10 Aralık 2008 Çarşamba
ALMANYA İZLENİMLERİ
ALMANYA’DAN IZLENIMLER
Hessen Kultur Bakanliginin daveti uzerine 14.11.2008 tarihinde geldigim Almanya’dan 25.11.2008’de ayrildim. Hessen-Kessel-Fulda’da Turk-Alman ogrenci ve ogretmenleri ile yabanci ogretmenlerle yaptigim soylesilerden sonra cok hos izlenimlerle ayrildigim Almanya’dan birkac cumle de sizlere soz etmek istiyorum.
Ucak Frankfurt’a indiginde icimde bir telas ve sikinti vardi. Almanca bilmiyordum. Beni karsilayacaklarini soyleseler de gumrugu asip beni bekleyen tercumanim Regina Hofer’i gorunceye dek de bu sikintim surdu. Kirk yillik dostmuscasina beni sicacik karsilayan Regina Hofer tum sorunlari unutturdu. Trenle bir saatlik bir yolculuktan sonra Fulda’ya geldik. Bolgenin tarihi ve turistik yerlerini iceren iki gunluk bir gezi programindan sonra soylesilere basladim.
Ilk soylesim Sturmis Schule’deydi. 7-14 yas yabanci ogrencilerin cogunlukta oldugu bu okulda cevirmen araciligiyla konustum; Zaten konusma metinlerim ve okuyacagim oykuler daha onceden istenmis; tumu de Almanca’ya cevrilmisti. Soylesi sonunda sorular o denli yogundu ki uc saate yakin suren programi sorular bitmeden kesmek zorunda kaldik. Program bittiginde hem ben hosnuttum; hem de Turk-Alman ogretmen ve ogrenciler… Bu durum; bitmeyen alkislardan ve sevgi gosterilerinden anlasiliyordu.
Sorulardan birkac ornek vermek istiyorum:
“ Almanya’yi nasil buldunuz?” “Bizimle ilgili de bir kitap yazmak ister misiniz?” “Incili Kavak romanina bir Alman kahraman koymak nereden akliniza geldi?” “Frankfur Kitap Fuarindaki kataloglarda, kitaplarinizin tanitim yazisi neden Almanca degil de Ingilizceydi?” “Kitaplarinizin tamami Almanca’ya ne zaman cevrilecek?”
Yukaridaki sorular yabanci ogrencilerden gelen sorularin bir bolumuydu. Sturmis Schule’deki cocuklar(Turkler de) duzey olarak oldukca iyilerdi. Turk Cocuklari da benim Turk olmam dolayisiyla, son derece gururluydular. Onlar da oturdugum kent, ulkemizdeki yasitlarinin kitaba olan ilgisi ve okudugum oyku(Kara Bulut oykusu ve Duslerin Otesi romanindan iki sayfa) ile ilgili guzel sorular sordular. Ayrilirken, beni cikolata ve ciceklerle ugurladilar.
Ertesi gun gittigim Cono-Raabe-Schulede ve Harpschule’de Turk siniflari ile soylesiye basladim. Bes Turk sinifi vardi ve bu soylesiler bes gunumu aldi. Oradaki Turk Cocuklari, duzey olarak oldukca dusuktu. Sorulardan birkac ornek verirsem, ne demek istedigimi daha iyi anlarsiniz saniyorum:
“Yazmak icin neden bu kadar ugrasiyorsunuz?” “Bu isten cok para kazaniyor musunuz?” “Ben okumak istemiyorum. Annem zorla okula gonderiyor. Okuyup de ne olacak?” “Peygamber efendimizin hayatini da yazdiniz mi?” “Kuran okumayi biliyor musunuz?”
Yukaridaki sorular en ilgincleriydi. Guzel sorular da vardi kuskusuz, ama o kadar azdi ki…
Sorulari en uygun sekilde yanitladigimi saniyorum ki cocuklarla cok iyi dost olduk, Disarda, alisveris merkezlerinde beni gorduklerinde, kosarak yanima gelip sariliyorlardi.
Bu arada, Turk, Alman, Yugoslav, Italyan ve diger yabanci ogretmenlere iki saatlik bir sunum yaptigimi ve onlarin sunumdan cok etkilendiklerini de eklemeliyim. Konu; Turk Cocuk Edebiyati
Almanya cok soguktu. Kar-kis derken sonunda biraz rahatsizlandim ve Stanhau ile Welberg soylesilerini geri cevirmek zorunda kaldim. Oysa Stanhau Grimm masallarinin besigiydi ve orayi gormeyi istiyordum. “Bir baska sefere” deyip trene bindim. Almanya soylesilerim planlanandan zaten uzun surmustu ve Bruksel’deki programim baslamak uzereydi.
Gozlerim, yol boyunca, yemyesil cimenler ya da karli orman goruntuleriyle senlendi.
30.11.2008, Bruksel
11 Kasım 2008 Salı
27. İSTANBUL KİTAP FUARININ ARDINDAN
FUARIN ARDINDAN
Dokuz günlük bir fuarı daha geride bıraktık. Ülkemizdeki kötü gidişin tersine, fuara ilgi daha yoğundu bu yıl. Standlar doldu taştı. Ben de okuyucularımla bol bol söyleşme olanağı buldum.
Fuar süresince İstanbul'da oturmuş bir okuyucu kitlem olduğunu gözlemek, beni mutlu etti; hem de epeyce kalabalık bir kitle. Daha önceki yıllarda okudukları kitaplarla ilgili beğenilerini sunmaya gelenleri mi dersiniz, benimle fotoğraf çektirmek için yarışanları mı, yeni kitaplarımı almak için birbiriyle yarışanları mı...
Fuarda pek çok dostla da görüşme ve söyleşme olanağı buldum. Hamdullah Köseoğlu, Mehmet Güler, Savaş Ünlü, İncila Çalışkan, Mehmet Erdoğan,Nur İçözü, Aytül Akal, Mavisel Yener, Ayla Çınaroğlu, Canan Tan,Zeynep Oktuğ, Berrin Çoruk Aksu, Filiz Tosyalı, Nuran Turan,H. Hüseyin Yalvaç, Kadir İncesu, Tekin Gönenç, Seviye Merih, Aydın İleri, Bilgin Adalı, Nedime Köşgeroğlu(Adını unuttuğum dostla beni bağışlasın)...bunlardan bazılarıydı.
4 Kasım Salı günü Edebiyatçılar Derneği adına, GÜNÜMÜZ ÇOCUK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ, başlığı altında bir panelimiz vardı.Nemika Tuğcu, Hasan Güleryüz, Yahya Türkeli, Şebnem Sema Tuncel ve ben konuşmacılardık. Şebnem gelemediği için onun bildirisini de ben sundum.
"...Bu alan, yıllarca boş bırakılmış, gereği ve önemine inanılmamış, çocuklar için ayrı bir edebiyat olamayacağı düşüncesi kabul görmüştür. Bakınız, bir italyan Atasözü ne diyor: "Küçük çocuklar baş ağrısıdır. Büyüdüğünde kalp ağrısı olurlar." Çocukları masal ve fabllarıyla büyüleyen La Fontaine bile,"Çocuklar acımasızdır." demiştir. Ünlü ingiliz düşünürü Francis Bacon, "Çocuklar, babaları için bir ayakbağıdır." demiştir. Dünyada bu düşünce yaygınken, çocuk edebiyatının gelişmesini nasıl bekleyebilirdik ki?
Bizdeki durumun da çok farklı olduğunu sanmayın. Tarihteki ilk önemli eserimiz Kutad-gu Bilig' de Yusuf Has Hacip şöyle diyor: "Kızlar hiç doğmasalar daha iyi olur. Kız çocuk doğarsa, iyisi mi toprak ananın bağrına düşsün, yaşadığı ev mezarlığa yakın olsun." En yaygın atasözlerimizdeki iğrençliğe bakar mısınız? "Dayak cennetten çıkmadır" "Kızını dövmeyen dizini döver." Doğu ve Batı uygarlığı bir olmuş, yüzyıllarca, çocuğu baş belası görmüştür. Bu anlayış son yıllara kadar pek değişmemiştir. Yüz yıl kadar önce Avrupa'da, sonra da bizde yavaş yavaş çocuk edebiyatının önemi anlaşılmaya başlanmış, bu alanda eserler verilmeye başlanmışsa da ilk eserler, çocuğa öğüt vermekten öteye gidememiştir. Çünkü çocuk, büyüklerin küçültülmüş birer kopyası olarak görülmüş, onun ayrı bir birey olduğu düşünülmemiştir." den başlayarak günümüz çocuk edebiyatı üzerine düşüncelerimi dillendirdim. Gerici düşüncelerin çocuk kitapları pazarını ele geçirme çabalarından iyi örneklere kadar, kısaca konuştum."...Bir çocuk kitabını büyükler de beğeni ve zevkle okuyabiliyorlarsa, çocuk edebiyatından söz edebiliriz." diye bitirdiğim konuşmamın sonunda, diğer konuşmacı arkadaşlarımla birlikte, tıklım tıklım dolu olan salondaki dinleyicilerin kafasında soru işaretleri bıraktığımızı düşündüm; biraz da kafalarındaki soruların bir kısmını yanıtladığımızı...
Salondan çıktığımda, okuyucularım hemen kapının önünde yine beni bekliyorlar; ellerindeki kitaplarımı (Düşlerin Ötesi) imzalatıp bir an önce servise yetişeceklerini söylüyorlardı.Ayrıca, fuarın son üç gününe yetişse de iki yeni kitapla okurlarımın karşısında olmak( GEZEGENLER ARASINDA 1-2), beni ayrıca mutlu etmişti.
Derneğimizin standında Frankfurt Kitap Fuarı'nda sergilenen ingilizce kataloğu da görme olanağım oldu. Emeği geçen herkese gönülden teşekkürler.
Bir dahaki fuarda görüşmek dileğiyle...
Sevgiyle kalın.
Dokuz günlük bir fuarı daha geride bıraktık. Ülkemizdeki kötü gidişin tersine, fuara ilgi daha yoğundu bu yıl. Standlar doldu taştı. Ben de okuyucularımla bol bol söyleşme olanağı buldum.
Fuar süresince İstanbul'da oturmuş bir okuyucu kitlem olduğunu gözlemek, beni mutlu etti; hem de epeyce kalabalık bir kitle. Daha önceki yıllarda okudukları kitaplarla ilgili beğenilerini sunmaya gelenleri mi dersiniz, benimle fotoğraf çektirmek için yarışanları mı, yeni kitaplarımı almak için birbiriyle yarışanları mı...
Fuarda pek çok dostla da görüşme ve söyleşme olanağı buldum. Hamdullah Köseoğlu, Mehmet Güler, Savaş Ünlü, İncila Çalışkan, Mehmet Erdoğan,Nur İçözü, Aytül Akal, Mavisel Yener, Ayla Çınaroğlu, Canan Tan,Zeynep Oktuğ, Berrin Çoruk Aksu, Filiz Tosyalı, Nuran Turan,H. Hüseyin Yalvaç, Kadir İncesu, Tekin Gönenç, Seviye Merih, Aydın İleri, Bilgin Adalı, Nedime Köşgeroğlu(Adını unuttuğum dostla beni bağışlasın)...bunlardan bazılarıydı.
4 Kasım Salı günü Edebiyatçılar Derneği adına, GÜNÜMÜZ ÇOCUK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ, başlığı altında bir panelimiz vardı.Nemika Tuğcu, Hasan Güleryüz, Yahya Türkeli, Şebnem Sema Tuncel ve ben konuşmacılardık. Şebnem gelemediği için onun bildirisini de ben sundum.
"...Bu alan, yıllarca boş bırakılmış, gereği ve önemine inanılmamış, çocuklar için ayrı bir edebiyat olamayacağı düşüncesi kabul görmüştür. Bakınız, bir italyan Atasözü ne diyor: "Küçük çocuklar baş ağrısıdır. Büyüdüğünde kalp ağrısı olurlar." Çocukları masal ve fabllarıyla büyüleyen La Fontaine bile,"Çocuklar acımasızdır." demiştir. Ünlü ingiliz düşünürü Francis Bacon, "Çocuklar, babaları için bir ayakbağıdır." demiştir. Dünyada bu düşünce yaygınken, çocuk edebiyatının gelişmesini nasıl bekleyebilirdik ki?
Bizdeki durumun da çok farklı olduğunu sanmayın. Tarihteki ilk önemli eserimiz Kutad-gu Bilig' de Yusuf Has Hacip şöyle diyor: "Kızlar hiç doğmasalar daha iyi olur. Kız çocuk doğarsa, iyisi mi toprak ananın bağrına düşsün, yaşadığı ev mezarlığa yakın olsun." En yaygın atasözlerimizdeki iğrençliğe bakar mısınız? "Dayak cennetten çıkmadır" "Kızını dövmeyen dizini döver." Doğu ve Batı uygarlığı bir olmuş, yüzyıllarca, çocuğu baş belası görmüştür. Bu anlayış son yıllara kadar pek değişmemiştir. Yüz yıl kadar önce Avrupa'da, sonra da bizde yavaş yavaş çocuk edebiyatının önemi anlaşılmaya başlanmış, bu alanda eserler verilmeye başlanmışsa da ilk eserler, çocuğa öğüt vermekten öteye gidememiştir. Çünkü çocuk, büyüklerin küçültülmüş birer kopyası olarak görülmüş, onun ayrı bir birey olduğu düşünülmemiştir." den başlayarak günümüz çocuk edebiyatı üzerine düşüncelerimi dillendirdim. Gerici düşüncelerin çocuk kitapları pazarını ele geçirme çabalarından iyi örneklere kadar, kısaca konuştum."...Bir çocuk kitabını büyükler de beğeni ve zevkle okuyabiliyorlarsa, çocuk edebiyatından söz edebiliriz." diye bitirdiğim konuşmamın sonunda, diğer konuşmacı arkadaşlarımla birlikte, tıklım tıklım dolu olan salondaki dinleyicilerin kafasında soru işaretleri bıraktığımızı düşündüm; biraz da kafalarındaki soruların bir kısmını yanıtladığımızı...
Salondan çıktığımda, okuyucularım hemen kapının önünde yine beni bekliyorlar; ellerindeki kitaplarımı (Düşlerin Ötesi) imzalatıp bir an önce servise yetişeceklerini söylüyorlardı.Ayrıca, fuarın son üç gününe yetişse de iki yeni kitapla okurlarımın karşısında olmak( GEZEGENLER ARASINDA 1-2), beni ayrıca mutlu etmişti.
Derneğimizin standında Frankfurt Kitap Fuarı'nda sergilenen ingilizce kataloğu da görme olanağım oldu. Emeği geçen herkese gönülden teşekkürler.
Bir dahaki fuarda görüşmek dileğiyle...
Sevgiyle kalın.
29 Ekim 2008 Çarşamba
ADIYAMANLI ÇOCUKLARDAN SELAM VAR-2
EĞİTİMİ BAYRAM YAPABİLMEK
2- ADIYAMAN-BESNİ İZLENİMLERİ
Ülkemizde eğitim bayramının kutlandığını hiç duymuş muydunuz?
Ülkemizde yıllardır İlköğretim Haftası adı altında etkinlikler düzenlenir. Okulların açıldığı ilk hafta yapılan bu etkinlikler, şiirlerle kutlama ya da ders etkinlikleriyle sürer. Okul sınırlarının dışına pek taşmayan bu etkinliklerden, doğal olarak, halkın pek haberi olmaz. Ya bu kutlamaları bayram haline getirirsek neler olur, hiç düşündünüz mü? Bir de halkın tamamını kucakladığını görürsek...
İşte, geçtiğimiz günlerde(22-26 Ekim) biz bu olaya tanık olduk. On yıldır Eğitim Bayramı'nı kutlayan Besni'nin konuğuyduk.Gözlerimiz de gönüllerimiz de aydınlandı. Biz Kim miyiz? Çocuk edebiyatı yazarlarından İncila Çalışkan, Nurettin İğci ve ben Ayşe Yamaç. Ayrıca, Nasrettin Hoca 800 Yaşında Karikatür Sergisi, Eşekli Kütüphane Fotoğraf Sergisi ve kitabıyla en genç yazarlarımızdan Aydın İleri de bizimle birlikteydi.
İlçe merkezine asılan duyurularla program tüm ilçe halkına duyurulmaya çalışılmıştı. Programı incelediğimde, yoğunluğu karşısında şaşırmadığımı söylesem yalan söylemiş olurum. Neler yoktu ki!.. Kitap fuarı ve bizim imza günlerimiz, Prof Dr Alparslan Işıklı'nın ÜLkemizde Eğitimin Güncel Sorunları konulu konferansı,Doğuş Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Kaya'nın Resim ve Çocuk Kitapları Sergisi,Prof Dr. Ayşe Ferda Ocakçı'nın Aile İçi İletişim konulu konferansı,IBB Kültür A.Ş Genel Müdürü Nevzat Bayhan'ın Toplum ve Kültürümüz ile Eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan Namık Kemal Zeybek'in Hoca Ahmet Yesevi ve Milli Kültürümüzdeki Yeri konulu konferansları; Latif Doğan, Sabahat Akkiraz ve Betül Çağlar'ın halk konserleri... Bütün bunların yanında tüm öğrencilerin ve halkın katıldığı Eğitim Bayramı Yürüyüşü...
Böylesine bir coşkuyu görüp de gönlü de gözü de aydınlanmayan olur mu? İşte ben ve arkadaşlarım da bu coşkunun bir parçası olmaktan mutlu ve gururluyduk. Gülüşlerimiz, yüreğimizdeki aydınlığı yüzümüze yansıtıyordu. Zaten, havaalanına ayak bastığımız andan başlayarak, tüm bayram süresince, başta İlçe Kaymakamı Sayın Hulusi Şahin olmak üzere, tüm Besnililerin sıcak ilgisi ve konukseverliği karşısında yüreğimiz sıcacık olmuştu. Özellikle de Kaymakam Bey ve eşinin kitap fuarına özel ilgi göstermeleri, kendileri ve çocukları için bol bol kitap almaları bizi mutlu etmişti. Yalnız onlar da değil üstelik; bizi yakın bir aile dostu gibi karşılayıp son ana dek yanımızdan ayrılmayan fuar sorumlusu Taner Dağtekin ve ailesi, komisyon üyeleri Mustafa Bey, Süleyman Bey, Hasan Tosun Bey, Eski Milli Eğitim Müdürü Resul Bayhan, yeni Milli Eğitim Müdürü Mehmet Aslan; öğrencileriyle tek tek ilgilenip kitap seçimlerine yardımcı olan örnek öğretmenler Zeyrek Üstün ve Kız Meslek Lisesi Çocuk Gelişimi Öğretmeni Aysel Karadayı... belleğimizdeki yerlerini çoktan almışlardı. On beş gün önce bizi ilçesinde ağırlayan Gölbaşı Kaymakamı'nın ziyareti de çoşkumuzu arttıran önemli unsurlardandı.Ayrıca Nukdat Bey, Abdurrahman Beyler de Gölbaşı'ndan tanıdığımız dostlardı ve bizi hiç yalnız bırakmadılar.
Bu bayramda izlediğim önemli olgulardan birisi de Türkiye'nin neresinde olursa olsun, ilçelerini destekleyen ve bayram için gelen Besnililerin ilçelerine olan düşkünlüğü... İstanbul'dan, İzmir'den, Ankara'dan ilçelerine koşan Besnililer... Bunlarba birisi de Besni'nin yöresel yemeklerini bize tatırmak için durmadan çabalayan Koza Yayınları Temsilcisi Sevgili Ergün Kaplan.
Güzelliklerin hangisini anlatayım ki? Belki de bu etkinliğin kusursuz olduğunu düşündürttüm size. Hayır! Kusurların en büyüğü okullarda imza konusunda yeterli duyurunun yapılmamış olması; Bakanlık Müsteşarından Adıyaman Valisine dek bürokratların çoğunluğuyla öğretmen ve öğrencilerin müze gezer gibi, kitapları izleyip çıkmaları.
En iyisi ben, güzellikleri anlatmayı sürdüreyim:
İlçeye vardığımız ilk akşam Endüstri Meslek Lisesi yatılı öğrencileriyle yaptığımız söyleşi, "İyi ki gelmişiz!" dedirtmişti bize. Özellikle de bir öğrencinin, "Neden hepiniz birden geldiniz? Keşke tek tek gelseydiniz de sizleri sık sık görebilseydik!" sözleri, genç yüreklere ulaştığımızın bir göstergesiydi sanki. Ertesi akşam Yatılı Kız Yurdu'nda da yaptığımız söyleşinin tadıysa, hala damağımızda. Genç kızların bizi sevgi gösterileriyle uğurladığını ve daha biz çıkmadan kitap okuma listeleri yapıldığını söylesem, başka söze gerek yok sanırım; bir de yıllar önce yayımlanmış kitaplarımızı okuyup bizimle karşılaştığında gözlerine inanamayan, ilk gün aldığı kitabı hemen okuyup bize beğenisini anlatacak sözcük bulamayan okurlarımızın olması...
Ülkemize, gözlerimize ve gönüllerimize bayram coşkusu yaşatan Besnililere, Besni Kaymakamı Hukusi Şahin'e, Besni Eğitim Vakfı başkan ve üyelerine, Besni Belediyesine, ADD ve Halk Eğitim Merkezi yetkililerine sonsuz teşekkürler. Gelecek yılki bayramda kitapla olan dostluğu biraz daha gelişmiş görmek dileğiyle.
Sevgiler.
Ayşe Yamaç, 27.10.2008, İstanbul
2- ADIYAMAN-BESNİ İZLENİMLERİ
Ülkemizde eğitim bayramının kutlandığını hiç duymuş muydunuz?
Ülkemizde yıllardır İlköğretim Haftası adı altında etkinlikler düzenlenir. Okulların açıldığı ilk hafta yapılan bu etkinlikler, şiirlerle kutlama ya da ders etkinlikleriyle sürer. Okul sınırlarının dışına pek taşmayan bu etkinliklerden, doğal olarak, halkın pek haberi olmaz. Ya bu kutlamaları bayram haline getirirsek neler olur, hiç düşündünüz mü? Bir de halkın tamamını kucakladığını görürsek...
İşte, geçtiğimiz günlerde(22-26 Ekim) biz bu olaya tanık olduk. On yıldır Eğitim Bayramı'nı kutlayan Besni'nin konuğuyduk.Gözlerimiz de gönüllerimiz de aydınlandı. Biz Kim miyiz? Çocuk edebiyatı yazarlarından İncila Çalışkan, Nurettin İğci ve ben Ayşe Yamaç. Ayrıca, Nasrettin Hoca 800 Yaşında Karikatür Sergisi, Eşekli Kütüphane Fotoğraf Sergisi ve kitabıyla en genç yazarlarımızdan Aydın İleri de bizimle birlikteydi.
İlçe merkezine asılan duyurularla program tüm ilçe halkına duyurulmaya çalışılmıştı. Programı incelediğimde, yoğunluğu karşısında şaşırmadığımı söylesem yalan söylemiş olurum. Neler yoktu ki!.. Kitap fuarı ve bizim imza günlerimiz, Prof Dr Alparslan Işıklı'nın ÜLkemizde Eğitimin Güncel Sorunları konulu konferansı,Doğuş Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Kaya'nın Resim ve Çocuk Kitapları Sergisi,Prof Dr. Ayşe Ferda Ocakçı'nın Aile İçi İletişim konulu konferansı,IBB Kültür A.Ş Genel Müdürü Nevzat Bayhan'ın Toplum ve Kültürümüz ile Eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan Namık Kemal Zeybek'in Hoca Ahmet Yesevi ve Milli Kültürümüzdeki Yeri konulu konferansları; Latif Doğan, Sabahat Akkiraz ve Betül Çağlar'ın halk konserleri... Bütün bunların yanında tüm öğrencilerin ve halkın katıldığı Eğitim Bayramı Yürüyüşü...
Böylesine bir coşkuyu görüp de gönlü de gözü de aydınlanmayan olur mu? İşte ben ve arkadaşlarım da bu coşkunun bir parçası olmaktan mutlu ve gururluyduk. Gülüşlerimiz, yüreğimizdeki aydınlığı yüzümüze yansıtıyordu. Zaten, havaalanına ayak bastığımız andan başlayarak, tüm bayram süresince, başta İlçe Kaymakamı Sayın Hulusi Şahin olmak üzere, tüm Besnililerin sıcak ilgisi ve konukseverliği karşısında yüreğimiz sıcacık olmuştu. Özellikle de Kaymakam Bey ve eşinin kitap fuarına özel ilgi göstermeleri, kendileri ve çocukları için bol bol kitap almaları bizi mutlu etmişti. Yalnız onlar da değil üstelik; bizi yakın bir aile dostu gibi karşılayıp son ana dek yanımızdan ayrılmayan fuar sorumlusu Taner Dağtekin ve ailesi, komisyon üyeleri Mustafa Bey, Süleyman Bey, Hasan Tosun Bey, Eski Milli Eğitim Müdürü Resul Bayhan, yeni Milli Eğitim Müdürü Mehmet Aslan; öğrencileriyle tek tek ilgilenip kitap seçimlerine yardımcı olan örnek öğretmenler Zeyrek Üstün ve Kız Meslek Lisesi Çocuk Gelişimi Öğretmeni Aysel Karadayı... belleğimizdeki yerlerini çoktan almışlardı. On beş gün önce bizi ilçesinde ağırlayan Gölbaşı Kaymakamı'nın ziyareti de çoşkumuzu arttıran önemli unsurlardandı.Ayrıca Nukdat Bey, Abdurrahman Beyler de Gölbaşı'ndan tanıdığımız dostlardı ve bizi hiç yalnız bırakmadılar.
Bu bayramda izlediğim önemli olgulardan birisi de Türkiye'nin neresinde olursa olsun, ilçelerini destekleyen ve bayram için gelen Besnililerin ilçelerine olan düşkünlüğü... İstanbul'dan, İzmir'den, Ankara'dan ilçelerine koşan Besnililer... Bunlarba birisi de Besni'nin yöresel yemeklerini bize tatırmak için durmadan çabalayan Koza Yayınları Temsilcisi Sevgili Ergün Kaplan.
Güzelliklerin hangisini anlatayım ki? Belki de bu etkinliğin kusursuz olduğunu düşündürttüm size. Hayır! Kusurların en büyüğü okullarda imza konusunda yeterli duyurunun yapılmamış olması; Bakanlık Müsteşarından Adıyaman Valisine dek bürokratların çoğunluğuyla öğretmen ve öğrencilerin müze gezer gibi, kitapları izleyip çıkmaları.
En iyisi ben, güzellikleri anlatmayı sürdüreyim:
İlçeye vardığımız ilk akşam Endüstri Meslek Lisesi yatılı öğrencileriyle yaptığımız söyleşi, "İyi ki gelmişiz!" dedirtmişti bize. Özellikle de bir öğrencinin, "Neden hepiniz birden geldiniz? Keşke tek tek gelseydiniz de sizleri sık sık görebilseydik!" sözleri, genç yüreklere ulaştığımızın bir göstergesiydi sanki. Ertesi akşam Yatılı Kız Yurdu'nda da yaptığımız söyleşinin tadıysa, hala damağımızda. Genç kızların bizi sevgi gösterileriyle uğurladığını ve daha biz çıkmadan kitap okuma listeleri yapıldığını söylesem, başka söze gerek yok sanırım; bir de yıllar önce yayımlanmış kitaplarımızı okuyup bizimle karşılaştığında gözlerine inanamayan, ilk gün aldığı kitabı hemen okuyup bize beğenisini anlatacak sözcük bulamayan okurlarımızın olması...
Ülkemize, gözlerimize ve gönüllerimize bayram coşkusu yaşatan Besnililere, Besni Kaymakamı Hukusi Şahin'e, Besni Eğitim Vakfı başkan ve üyelerine, Besni Belediyesine, ADD ve Halk Eğitim Merkezi yetkililerine sonsuz teşekkürler. Gelecek yılki bayramda kitapla olan dostluğu biraz daha gelişmiş görmek dileğiyle.
Sevgiler.
Ayşe Yamaç, 27.10.2008, İstanbul
16 Ekim 2008 Perşembe
SES BAYRAĞIMIZIN SESİ
SES BAYRAĞIMIZIN SESİ
İçimden yağmurlar geçiyor, sellerinde yittiğim. Mavi Kuşa Ağıt yazan bir koca çınarı uğurluyorum sonsuzluğa. “Siz dal üstündeydiniz, uyuyordunuz belki/ siz vurulmadınız belki”* ama bir dalım daha kırılıyor benim, yiten her değerle.
**“İşte karanlık büyümüştür,” onun yokluğunla. “Dağ daha dağ/su daha su/yıldız daha yıldız olmuştur ötelerde.” O da yıldızlara karışıp gitmiştir, gönlümüze bir ses bayrağı bırakarak. Daha da koyulaşmıştır bir türlü yırtamadığımız karanlık, onun da bırakıp gitmesiyle.
“İşte karanlık büyümüştür” koca bir çınarın daha devrilmesiyle. Yeni dizeleri çiçeğe durmayacaktır artık, yeni dalları sürgün vermeyecektir kitap kitap. “Göklere, göklerin karasına karışmıştır kocaman.” Gönüllerimizi de peşi sıra sürükleyerek.
Oysa,* “ne zaman bir yaban arısı çiçeğe konduysa, emdiyse üzümünü yaz boyunca,” oradaydı o. Dize dize çağlardı hemen. Çağların dışındaki söz buluşmaları ondan sorulurdu, aydınlığın karanlığı kovacağına olan inancı o pompalardı şiir şiir.* “Küçük bir otun yeşere yeşere/kocaman göğü köpük köpük yürüttüğünü” de gören oydu, “Her gece yavaşça/Yatağınıza girerken/Karanlığa karşı/Anılarınızla ağarırsınız/” diyen de…
Evrenin açık kalmış kapısından girip yine aynı kapıdan çıkarken aydınlığı bırakıyor bize şiirleriyle. Yine kendi sesi yankılanıyor belleğimde: “Abartılmasın tasalar yaslar haydi/ Kurtulmak biraz öncesinden haydi /Haydi sevgide karanlıkta nerde olursan ol/Haydi bulunulan yerden başlamak”
Bulunan yerden başlıyorum yeniden. Yas tutmanın zamanı olmadığını haykıran ses bayrağımızın sesiyle.
16.10.2008, Eskişehir
Fazıl Hüsnü Dağlarca (* Haydi’den **Yenilen Büyür’den.)
İçimden yağmurlar geçiyor, sellerinde yittiğim. Mavi Kuşa Ağıt yazan bir koca çınarı uğurluyorum sonsuzluğa. “Siz dal üstündeydiniz, uyuyordunuz belki/ siz vurulmadınız belki”* ama bir dalım daha kırılıyor benim, yiten her değerle.
**“İşte karanlık büyümüştür,” onun yokluğunla. “Dağ daha dağ/su daha su/yıldız daha yıldız olmuştur ötelerde.” O da yıldızlara karışıp gitmiştir, gönlümüze bir ses bayrağı bırakarak. Daha da koyulaşmıştır bir türlü yırtamadığımız karanlık, onun da bırakıp gitmesiyle.
“İşte karanlık büyümüştür” koca bir çınarın daha devrilmesiyle. Yeni dizeleri çiçeğe durmayacaktır artık, yeni dalları sürgün vermeyecektir kitap kitap. “Göklere, göklerin karasına karışmıştır kocaman.” Gönüllerimizi de peşi sıra sürükleyerek.
Oysa,* “ne zaman bir yaban arısı çiçeğe konduysa, emdiyse üzümünü yaz boyunca,” oradaydı o. Dize dize çağlardı hemen. Çağların dışındaki söz buluşmaları ondan sorulurdu, aydınlığın karanlığı kovacağına olan inancı o pompalardı şiir şiir.* “Küçük bir otun yeşere yeşere/kocaman göğü köpük köpük yürüttüğünü” de gören oydu, “Her gece yavaşça/Yatağınıza girerken/Karanlığa karşı/Anılarınızla ağarırsınız/” diyen de…
Evrenin açık kalmış kapısından girip yine aynı kapıdan çıkarken aydınlığı bırakıyor bize şiirleriyle. Yine kendi sesi yankılanıyor belleğimde: “Abartılmasın tasalar yaslar haydi/ Kurtulmak biraz öncesinden haydi /Haydi sevgide karanlıkta nerde olursan ol/Haydi bulunulan yerden başlamak”
Bulunan yerden başlıyorum yeniden. Yas tutmanın zamanı olmadığını haykıran ses bayrağımızın sesiyle.
16.10.2008, Eskişehir
Fazıl Hüsnü Dağlarca (* Haydi’den **Yenilen Büyür’den.)
13 Ekim 2008 Pazartesi
ADIYAMANLI ÇOCUKLARDAN SELAM VAR
1- GÖLBAŞI İZLENİMLERİ
Bayram tatilinin ikinci günü… Çocuklarımla keyifli bir alışverişteyiz. Birden, telefon çalıyor. Yayınevimden bir ses: “ Adıyamanlı çocuklarla söyleşmek ister misiniz? Bayramdan hemen sonra… Üç günlük bir çalışma.”
İçimden yükselen heyecana engel olamıyorum. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalıştığım yıllar geliyor aklıma. O yörelerdeki yoksulluğu, yoksunluğu, kitaba olan açlığı biliyorum. Fazla düşünmeden kabul ediyorum.
Valizimi hazırlayıp bayram tatilini bitiren çocuklarımın arabasına yerleşip İstanbul’un yolunu tutuyorum; üç gün sonra da Adıyaman’ın…
Havaalanında bizi karşılayan kaymakamlık görevlisi, Gölbaşı’na gideceğimizi söylediğinde, o zaman dek hangi ilçeye gideceğimizi bile merak etmediğimi düşünüyorum. Sık sık sorduğumuz sorularla Gölbaşı’nın otuz bine yakın nüfusu olduğunu, ilçe halkının okuma yazmaya düşkün olduğunu; verimli topraklarında üzüm, nar, incir ve tahıl yetiştirildiğini öğreniyoruz. Öğreniyoruz, diyorum çünkü bu yolculukta yalnız değilim. Yazar arkadaşım Sevgili İncila Çalışkan da yanımda. Yol boyunca bir karışı bile boş olmayan toprakları, meyve ağaçlarıyla süslü tepeleri hayranlıkla izliyor; tertemiz havayı doya doya soluyoruz. Sürücümüzün sevgi ve saygı dolu yakınlığı, çay molasında içtiğimiz çayın tadını daha da güzelleştiriyor.
Akşam yaklaşırken ilçeye ulaşıyoruz. Yorgunuz ama göl kıyısında sunulan nefis yemeği yemeden yatmamıza izin verilmiyor.
Ertesi sabah saat 07.30 olmadan otelden alınıyoruz. Bizi götürdükleri alanda büyük bir sürprizle karşılaşıyoruz: Meydanı baştanbaşa kaplayan bir kitap fuarı… Yüzlerce kitap… Gözlerimize inanamıyoruz. Bize ayrılan masaya oturup sabah çayımızı içerken ilçe kaymakamı, belediye başkanı ve bu işin asıl mimarı emekli öğretmen ve kırtasiyeci Taner Dağtekin’in sevgi ve saygı dolu sözleriyle karşılaşıyoruz; sonrasında da “Siz gerçek yazar mısınız? Buraya neden hiç gelmiyorsunuz?” diyen çocuk ve gençlerin yoğun ilgisiyle… Bir yandan bizleri ağırlamak için evlerine götürmek isteyen yaşlı kadınları kırmadan geri çevirmeye çalışırken bir yandan da kitaplarımızı imzalamayı sürdürüyoruz ve akşam olmadan tüm kitaplarımız neredeyse tükeniyor.
Üç günün nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Organik ürünlerin sergilendiği tarım fuarını bile gezecek zamanı güçlükle yaratıyoruz. Konserlerle diğer etkinliklereyse hiç katılamıyoruz. Ancak, sendikada öğretmenlerle içten bir söyleşi olanağı yaratıyoruz o kadar!
Kitaplarımızı daha önce okul kütüphanesinden okuyanların yanı sıra, ilk gün alıp okuyarak heyecanlarını ve beğenilerini bize yansıtmaya çalışan okurlarımızın sevgi çemberi içinde kalıyoruz. Sonunda, yoğun ısrarlara dayanamayıp, 22 Ekim’de başlayacak olan Besni Kültür ve Sanat Festivali’ne de gelmeye söz veriyoruz.
Okurlarımızın yanı sıra SMG Yayınları temsilcisi Sevgili Kenan Taşbilek’i, Koza Yayınları temsilcisi Sevgili Ergün Kaplan’ı, Yazar Etem Karaüzüm’ü, şair Mehmet Girişit’i, Final Pazarlama temsilcisi Abdurrahman Bey’i,amatör tiyatrocuları, bize özel konser veren müzisyen Ayhan Bey’i, Taner Bey’in eşi Sevgili Gülay Hanım’ı; en küçük fırsatta kitabımı okuyan emekli öğretmen ve fuar görevlisi Abdurrahman Bey’i, tahtacıları, tavacıları, tenekecileri, otistik M. Ali’yi, bizi yalnız bırakmayan emekli öğretmenleri tanıyor, tanıdıkça varsıllaşıyoruz.
Dördüncü gün… Dönüş için uçağa bindiğimizde, Gölbaşılı çocukların, gençlerin, öğretmenlerin ve tüm halkın sevgisiyle ne denli güçlendiğimizi düşünüp mutlanıyor; Kitabın girdiği yere silahın kolay kolay giremeyeceğini düşünüp mutluluğumuzu katlıyoruz.
Eskişehir, 13.10.2008
Bayram tatilinin ikinci günü… Çocuklarımla keyifli bir alışverişteyiz. Birden, telefon çalıyor. Yayınevimden bir ses: “ Adıyamanlı çocuklarla söyleşmek ister misiniz? Bayramdan hemen sonra… Üç günlük bir çalışma.”
İçimden yükselen heyecana engel olamıyorum. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalıştığım yıllar geliyor aklıma. O yörelerdeki yoksulluğu, yoksunluğu, kitaba olan açlığı biliyorum. Fazla düşünmeden kabul ediyorum.
Valizimi hazırlayıp bayram tatilini bitiren çocuklarımın arabasına yerleşip İstanbul’un yolunu tutuyorum; üç gün sonra da Adıyaman’ın…
Havaalanında bizi karşılayan kaymakamlık görevlisi, Gölbaşı’na gideceğimizi söylediğinde, o zaman dek hangi ilçeye gideceğimizi bile merak etmediğimi düşünüyorum. Sık sık sorduğumuz sorularla Gölbaşı’nın otuz bine yakın nüfusu olduğunu, ilçe halkının okuma yazmaya düşkün olduğunu; verimli topraklarında üzüm, nar, incir ve tahıl yetiştirildiğini öğreniyoruz. Öğreniyoruz, diyorum çünkü bu yolculukta yalnız değilim. Yazar arkadaşım Sevgili İncila Çalışkan da yanımda. Yol boyunca bir karışı bile boş olmayan toprakları, meyve ağaçlarıyla süslü tepeleri hayranlıkla izliyor; tertemiz havayı doya doya soluyoruz. Sürücümüzün sevgi ve saygı dolu yakınlığı, çay molasında içtiğimiz çayın tadını daha da güzelleştiriyor.
Akşam yaklaşırken ilçeye ulaşıyoruz. Yorgunuz ama göl kıyısında sunulan nefis yemeği yemeden yatmamıza izin verilmiyor.
Ertesi sabah saat 07.30 olmadan otelden alınıyoruz. Bizi götürdükleri alanda büyük bir sürprizle karşılaşıyoruz: Meydanı baştanbaşa kaplayan bir kitap fuarı… Yüzlerce kitap… Gözlerimize inanamıyoruz. Bize ayrılan masaya oturup sabah çayımızı içerken ilçe kaymakamı, belediye başkanı ve bu işin asıl mimarı emekli öğretmen ve kırtasiyeci Taner Dağtekin’in sevgi ve saygı dolu sözleriyle karşılaşıyoruz; sonrasında da “Siz gerçek yazar mısınız? Buraya neden hiç gelmiyorsunuz?” diyen çocuk ve gençlerin yoğun ilgisiyle… Bir yandan bizleri ağırlamak için evlerine götürmek isteyen yaşlı kadınları kırmadan geri çevirmeye çalışırken bir yandan da kitaplarımızı imzalamayı sürdürüyoruz ve akşam olmadan tüm kitaplarımız neredeyse tükeniyor.
Üç günün nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Organik ürünlerin sergilendiği tarım fuarını bile gezecek zamanı güçlükle yaratıyoruz. Konserlerle diğer etkinliklereyse hiç katılamıyoruz. Ancak, sendikada öğretmenlerle içten bir söyleşi olanağı yaratıyoruz o kadar!
Kitaplarımızı daha önce okul kütüphanesinden okuyanların yanı sıra, ilk gün alıp okuyarak heyecanlarını ve beğenilerini bize yansıtmaya çalışan okurlarımızın sevgi çemberi içinde kalıyoruz. Sonunda, yoğun ısrarlara dayanamayıp, 22 Ekim’de başlayacak olan Besni Kültür ve Sanat Festivali’ne de gelmeye söz veriyoruz.
Okurlarımızın yanı sıra SMG Yayınları temsilcisi Sevgili Kenan Taşbilek’i, Koza Yayınları temsilcisi Sevgili Ergün Kaplan’ı, Yazar Etem Karaüzüm’ü, şair Mehmet Girişit’i, Final Pazarlama temsilcisi Abdurrahman Bey’i,amatör tiyatrocuları, bize özel konser veren müzisyen Ayhan Bey’i, Taner Bey’in eşi Sevgili Gülay Hanım’ı; en küçük fırsatta kitabımı okuyan emekli öğretmen ve fuar görevlisi Abdurrahman Bey’i, tahtacıları, tavacıları, tenekecileri, otistik M. Ali’yi, bizi yalnız bırakmayan emekli öğretmenleri tanıyor, tanıdıkça varsıllaşıyoruz.
Dördüncü gün… Dönüş için uçağa bindiğimizde, Gölbaşılı çocukların, gençlerin, öğretmenlerin ve tüm halkın sevgisiyle ne denli güçlendiğimizi düşünüp mutlanıyor; Kitabın girdiği yere silahın kolay kolay giremeyeceğini düşünüp mutluluğumuzu katlıyoruz.
Eskişehir, 13.10.2008
7 Ekim 2008 Salı
AYŞE YAMAÇ
İÇİNDEN DENİZ GEÇEN SÖYLEŞİLER
26-27 Eylül 2008’de DKK Foça Deniz üssündeydim. Öykü ve masallarımla sıcacık söyleşilerimize giren deniz kokusundan bir nefes de size sunmak istedim.
Bu söyleşinin asıl mimarı Sevgi Koşaner’dir. İçinden Deniz Geçen Masallar çalışmasını geçtiğimiz yıl başlatan Sevgi, bu yıl da bu çalışmayı deniz izcileri için yaşama geçirme önerisi almış, çalışmanın bir ayağı olan okur-yazar buluşması için de bazı yazar arkadaşlarla birlikte beni de çağırmıştı. Diğer arkadaşlar gelemeyince, söyleşiyi tek başıma yapmak zorunda kaldım; ama bundan yakındığımı sanmayın sakın! Öylesine dolu dolu bir söyleşi oldu ki, yorgunluğum da keyifliydi, çalışmanın diğer ayaklarını izlemek, Foça’yı doya doya gezmek ve Sevgi’nin çektiği bulut fotoğraflarını izlemek de…
26 Eylül Cuma sabahı Sevgi, ben ve Sevgi’nin yeğeni kağıt katlama sanatçısı Şenkal Kileci,askeri araçla İzmir’den alındık.Onurumuza verilen öğle yemeğini komutanlarla birlikte Karamürselbey gemisinde yedik. İlk kez askeri bir gemi görüyordum. Geminin görkemi de askeri personelin bize olan ilgisi de her türlü sözün üzerindeydi. Kahvelerimizi içip gemiyi gezdikten sonra, Foça’ya döndük. Ben dinlenmek için otele, Sevgi ile yeğeni de ertesi günün hazırlıklarını yapmak için deniz müzesine gittiler.
Birkaç saat dinlenip Eskişehir_İzmir yolunun yorgunluğunu üzerimden attıktan sonra, Sevgilerle birlikte Foça’yı gezmeye çıktık. Sevgi, gördüğü her bulut ve günbatımı görüntüsünü fotoğraflamak için durmadan çalışırken ben de Foça’nın güzelliğinin tadını çıkarıp sıcakkanlı Foçalıları hayranlıkla izliyordum. Sonunda akşam yemeği için yerimizin ayrıldığı sahildeki lokantaya gidince ne denli yorulduğumu ayrımsayabildim. Çok güzel bir akşamın ardından otelimize döndük.
Bu arada, bir ayrıntıyı anlatmadan geçemeyeceğim: Foça ‘nın bir tepesinde nöbetçi kulübeleri var. Bunlar uzaktan keçi görüntüsü veriyor; hem de Süleyman Bulut’un KAYABEYİ isimli kitap kapağındaki resmin aynısı… Süleyman Bulut ve Mustafa Delioğlu’nun kulaklarını da epeyce çınlattık.
Ertesi sabah bizi arabasıyla alması gereken Barış Binbaşı gecikince otel sahibinin bizi arabasıyla müzeye dek götürmesi, üstelik de bunu kendisinin önermesi Foçalıların sıcakkanlılığı konusundaki düşüncelerimi pekiştirdi. Müzeye(Denizciliği Tanıtma Sevdirme Yaygınlaştırma Merkezi) vardığımızda İzmir’den gelecek resim ve baskı ekibi de hazırdı. Müzeyi gezdikten sonra herkes işinin başına gitti, ben de söyleşilerime başladım.
Yaklaşık yüz öğrenciyle, üç grup halinde söyleşi yaptım. Bu öğrenciler, köylerden katılan deniz izcileriydi. İçinden deniz geçen masallar ve öyküler okudum. Söyleşilerimi komutanlar, Foça Kaymakamı, Cumhuriyet Savcısı ve komutan eşleri de izledi. Hepsinin ilgisi de yoğundu; özellikle çocukların sordukları sorular, öyküleri sonuna dek soluksuz dinlemeleri beni çok mutlu etti.
Öğleden sonra, kağıt ve kumaş boyama çalışmasına komutan eşleriyle birlikte ben de katıldım. Bu çalışma öylesine zevkliydi ki, hepimiz çocuklar gibiydik. Özellikle de okumasını yaptığım İKİ YUNUS adlı öykümü çağrıştıran iki yunus boyadım ki sormayın gitsin! Elif Yeşil ve Yeşil Sanat Evi ekibinin özverili çalışmasını da söylemeden geçemeyeceğim. Bize ne yapacağımızı sabırla anlatıyordu çünkü.
Sevgi ile yeğeninin hazırladığı İçinden Deniz Geçen Kağıtlar sergisi de büyüleyiciydi. Sevgi bu kağıtlardan hazırlanmış bir tabloyu , ben de okuduğum kitapları müzeye armağan ettik. Ayrılırken, yeni bir çalışma için sözleşmiştik bile…
İşimiz bittikten sonra Ertuğrul gemisine götürüldük. O gemiyi de bütünüyle gezip kahvelerimizi içtikten sonra, askeri araçla izmir’e döndük.
Sevgi’den ayrılıp otobüse bindiğimde yüreğim sıcacıktı. Başta Sevgi Koşaner ve Amiral Fatih Bey olmak üzere, bu çalışmada emeği geçen herkese gönül dolusu teşekkürlerimi yolladım.
5 EKİM 2008, İstanbul
İÇİNDEN DENİZ GEÇEN SÖYLEŞİLER
26-27 Eylül 2008’de DKK Foça Deniz üssündeydim. Öykü ve masallarımla sıcacık söyleşilerimize giren deniz kokusundan bir nefes de size sunmak istedim.
Bu söyleşinin asıl mimarı Sevgi Koşaner’dir. İçinden Deniz Geçen Masallar çalışmasını geçtiğimiz yıl başlatan Sevgi, bu yıl da bu çalışmayı deniz izcileri için yaşama geçirme önerisi almış, çalışmanın bir ayağı olan okur-yazar buluşması için de bazı yazar arkadaşlarla birlikte beni de çağırmıştı. Diğer arkadaşlar gelemeyince, söyleşiyi tek başıma yapmak zorunda kaldım; ama bundan yakındığımı sanmayın sakın! Öylesine dolu dolu bir söyleşi oldu ki, yorgunluğum da keyifliydi, çalışmanın diğer ayaklarını izlemek, Foça’yı doya doya gezmek ve Sevgi’nin çektiği bulut fotoğraflarını izlemek de…
26 Eylül Cuma sabahı Sevgi, ben ve Sevgi’nin yeğeni kağıt katlama sanatçısı Şenkal Kileci,askeri araçla İzmir’den alındık.Onurumuza verilen öğle yemeğini komutanlarla birlikte Karamürselbey gemisinde yedik. İlk kez askeri bir gemi görüyordum. Geminin görkemi de askeri personelin bize olan ilgisi de her türlü sözün üzerindeydi. Kahvelerimizi içip gemiyi gezdikten sonra, Foça’ya döndük. Ben dinlenmek için otele, Sevgi ile yeğeni de ertesi günün hazırlıklarını yapmak için deniz müzesine gittiler.
Birkaç saat dinlenip Eskişehir_İzmir yolunun yorgunluğunu üzerimden attıktan sonra, Sevgilerle birlikte Foça’yı gezmeye çıktık. Sevgi, gördüğü her bulut ve günbatımı görüntüsünü fotoğraflamak için durmadan çalışırken ben de Foça’nın güzelliğinin tadını çıkarıp sıcakkanlı Foçalıları hayranlıkla izliyordum. Sonunda akşam yemeği için yerimizin ayrıldığı sahildeki lokantaya gidince ne denli yorulduğumu ayrımsayabildim. Çok güzel bir akşamın ardından otelimize döndük.
Bu arada, bir ayrıntıyı anlatmadan geçemeyeceğim: Foça ‘nın bir tepesinde nöbetçi kulübeleri var. Bunlar uzaktan keçi görüntüsü veriyor; hem de Süleyman Bulut’un KAYABEYİ isimli kitap kapağındaki resmin aynısı… Süleyman Bulut ve Mustafa Delioğlu’nun kulaklarını da epeyce çınlattık.
Ertesi sabah bizi arabasıyla alması gereken Barış Binbaşı gecikince otel sahibinin bizi arabasıyla müzeye dek götürmesi, üstelik de bunu kendisinin önermesi Foçalıların sıcakkanlılığı konusundaki düşüncelerimi pekiştirdi. Müzeye(Denizciliği Tanıtma Sevdirme Yaygınlaştırma Merkezi) vardığımızda İzmir’den gelecek resim ve baskı ekibi de hazırdı. Müzeyi gezdikten sonra herkes işinin başına gitti, ben de söyleşilerime başladım.
Yaklaşık yüz öğrenciyle, üç grup halinde söyleşi yaptım. Bu öğrenciler, köylerden katılan deniz izcileriydi. İçinden deniz geçen masallar ve öyküler okudum. Söyleşilerimi komutanlar, Foça Kaymakamı, Cumhuriyet Savcısı ve komutan eşleri de izledi. Hepsinin ilgisi de yoğundu; özellikle çocukların sordukları sorular, öyküleri sonuna dek soluksuz dinlemeleri beni çok mutlu etti.
Öğleden sonra, kağıt ve kumaş boyama çalışmasına komutan eşleriyle birlikte ben de katıldım. Bu çalışma öylesine zevkliydi ki, hepimiz çocuklar gibiydik. Özellikle de okumasını yaptığım İKİ YUNUS adlı öykümü çağrıştıran iki yunus boyadım ki sormayın gitsin! Elif Yeşil ve Yeşil Sanat Evi ekibinin özverili çalışmasını da söylemeden geçemeyeceğim. Bize ne yapacağımızı sabırla anlatıyordu çünkü.
Sevgi ile yeğeninin hazırladığı İçinden Deniz Geçen Kağıtlar sergisi de büyüleyiciydi. Sevgi bu kağıtlardan hazırlanmış bir tabloyu , ben de okuduğum kitapları müzeye armağan ettik. Ayrılırken, yeni bir çalışma için sözleşmiştik bile…
İşimiz bittikten sonra Ertuğrul gemisine götürüldük. O gemiyi de bütünüyle gezip kahvelerimizi içtikten sonra, askeri araçla izmir’e döndük.
Sevgi’den ayrılıp otobüse bindiğimde yüreğim sıcacıktı. Başta Sevgi Koşaner ve Amiral Fatih Bey olmak üzere, bu çalışmada emeği geçen herkese gönül dolusu teşekkürlerimi yolladım.
5 EKİM 2008, İstanbul
9 Eylül 2008 Salı
ZAMANSIZ
zamansız
zamansız bir sevda tutuştururken kanımı
sığmazken yüreğim göğüs kafesine
bir kent ağıda durur
kentte kadınlar
içimde
doğururum sevdaları
ya bin yıl sonra
ya bin yıl önce
bu yüzden aşk ölür
karşılaşma
enkaz döneminde
hüznünü sırtlamışım yılların
suyu tutuşturur dumanım
seni tutuşturur
yüreğimdeki yaralar
kimbilir kaç kerem’in gözyaşı
kaç aslı’nın külüdür
yürüdüğüm yollar eskir
söz eskir boşluğa savurduğum
her akşam azalırım bir parça
her yarın biraz daha eskirim
geleceğe susmam ondandır
ondandır soruları duymazlığım
bu sevda deli
bu sevda zamansız sevgilim
zamansız bir sevda tutuştururken kanımı
sığmazken yüreğim göğüs kafesine
bir kent ağıda durur
kentte kadınlar
içimde
doğururum sevdaları
ya bin yıl sonra
ya bin yıl önce
bu yüzden aşk ölür
karşılaşma
enkaz döneminde
hüznünü sırtlamışım yılların
suyu tutuşturur dumanım
seni tutuşturur
yüreğimdeki yaralar
kimbilir kaç kerem’in gözyaşı
kaç aslı’nın külüdür
yürüdüğüm yollar eskir
söz eskir boşluğa savurduğum
her akşam azalırım bir parça
her yarın biraz daha eskirim
geleceğe susmam ondandır
ondandır soruları duymazlığım
bu sevda deli
bu sevda zamansız sevgilim
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)