21 Mart 2009 Cumartesi

BİR EDEBİYAT KONGRESİNDEN NOTLAR

AYŞE YAMAÇ

BİR KONGREDEN NOTLAR

18-20 Mart 2009 tarihlerinde, üç gün boyunca yazınsallığı dolu dolu yaşadık. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümünün düzenlediği 3. Uluslar arası karşılaştırmalı Edebiyatbilimi Kongresinden söz ediyorum; 21. Yüzyıl Başında Edebiyatta Biz ve Öteki Sorunu konusunda onlarca bildirinin sunulduğu, tartışmaların yapıldığı; yurt içinden ve yurt dışından pek çok konuğun katıldığı kongreden…


Açılış konuşmalarını, kongrenin mimarı Prof. Dr. Ali Gültekin, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Halil Buttanrı, Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin yaptılar. İlk oturuma hemen geçildi. Felsefe ve Edebiyatta Öteki Sorununun masaya yatırıldığı oturumun başkanı Prof Dr. Gürsel Aytaç, konuşmacı da onur konuğu Prof. Dr. Onur Bilge Kula’ydı. Bu oturumu izlemeye doyamadığımı ve çok yararlandığımı belirtmeden geçemeyeceğim.


Oturumlar, üç ayrı salonda eş zamanlı olarak yapıldı. Bu yüzden de ancak üçte birini izleyebildim sunumların. Bazı salonlarda oturacak yer bile bulamazken, bazı salonların dinleyici sıkıntısı çektiği gözümden kaçmadı.


Çocuk yazınından tanıdığımız Yard. Dç. Dr. Necdet Neydim, Arş.Gör. Arzu Yetim, Gülsüm Cengiz ve benim konuşmacı olduğum oturum da özellikle öğrenciler tarafından ilgiyle izlenen oturumlar arasındaydı; Necdet Neydim’in “Çocuk Edebiyatı Metinlerinde Suçluluk ve Arınma Temalarının Kültürel Art Alan Alımlamasının Karşılaştırmalı İncelemesi”, Gülsüm Cengiz’in Dünya Halk Masallarındaki Benzerlikler ve Bu Benzerliklere Örnek Olarak Ötekileştirme Konusu”, benim “Sokaklar Düş Yangını Romanına Yansıyan Toplumun Öteki Yüzü: Sokak Çocukları” sunumlarımız…


Çeviribilimden göstergebilime, kadınlar hakkında (aldatma) yazılan eserlerden( Madam Bovari, Aşk-ı Memnu, Anna Karenina, Uyanış) Kadın haklarına (Nedime Köşgeroğlu); Aytül Akal, Mavisel Yener, Gülsüm Cengiz ve İncila Çalışkan’ın kitaplarına kadar pek çok konuda sunumların ve tartışmaların yapıldığı çok verimli bir kongre oldu. Profesörlerden öğrencilere ve yazarlara dek çok geniş bir katılım yelpazesi vardı.


Eskişehir’in gecikmiş karı ve soğuğu, konuklarımızı epey üşüttü. Yarım günlük şehir turu, ben de içinde olmak üzere, çoğumuzu hastalandırdı.


Bu kongrede pek çok güzel insan tanıdım. Yazınsal paylaşımın güzelliğini olabildiğince yaşadım. Bize bu güzelliği yaşatan Sevgili Ali Gültekin ve ekibine; her türlü sorunumuzla ilgilenen sevgili öğrencilerimize gönül dolusu teşekkürler.


Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle.

21.03.2009, Eskişehir

14 Şubat 2009 Cumartesi

ENKAZ DÖNEMİ



ENKAZ DÖNEMİ

Sesleniyorsun çağlar ötesinden. Zamanı eskittiğini söylüyorsun sevdanın; çoğalttığını beni avuçlarında. Oysa ben, kavgalıyım yaşamla, anlamıyorsun.
Gözlerim bulut bulut; hazır güz yağmurlarına oysa. Unutmuşum erguvan sabahları, baharlarım gibi. Barışmaya niyetim yok, eskimiş masallarda kaldığına inandığım sevdayla.

Sağanaklarımı sele vermişim ben, her yitirdiğimle biraz daha yiterken. Zamansız gemiler uğurlamışım limanlarımdan, yelkenlerini hüznümün karayeliyle şişirerek; kaç kez parçalayıp dibe yollamışım, unutsun diye düşlerini. Fırtınam durulmamış, kıyılarım paramparça olmuş sevgili.

Şimdi yanmış denizlerim. Tuz rengi sağanaklarım karışmış sellerime. Hüzün kanayan güllerim, çoktan yitirmiş rengini. Güneşlerimi dünde unutmuşum; kar mevsimindeyim.
İçimde karmakarışık labirentler şimdi. Nereye dönsem kendime çarpıyorum. Mevsimim yağıyor düşlerime; gecenin rengi yağıyor, ben yağıyorum.

Boşuna uğraşma! Barıştıramazsın beni kavgalı yaşamım ve tövbelim sevdayla. Yüreğim çarpmaz yeniden; havalanamaz göğsümden güvercinler. Buzullarım erimez; tanıştıramazsın yeniden kışımda bahar güneşiyle. Unuttuğum ışıltıları yerleştiremezsin gözlerime. Kar rengi saçlarım yanmaz avuçlarında. Geri veremezsin unuttuğum gülüşleri. Sevdan, hüznümü silemez ki!

Bir şubat soğuğunda, ilk soluğumu almışım yaşamdan; o zaman yerleşmiş belki de yüreğime ilk kar. Ne sen eritebilirsin buzullarımı, ne başka sevdalar.

Zamanı geriye saramazsın sevgili; şimdi enkaz dönemi.
14.02.2009

31 Ocak 2009 Cumartesi

iletişim

Değerli okurlarım,
Bana ulaşabileceğiniz elektronik posta adresimi yazıyor, görüşlerinizi bekliyorum: ayseyamac60ægmail.com Ayrıca, Facebook'ta Ayşe Yamaç Okurları sayfasına da yazabilir, o sayfadan yeni çıkan kitapları izleyebilirsiniz. Sevgiler. Ayşe Yamaç

29 Aralık 2008 Pazartesi

KAR YAĞIYOR

KAR YAĞIYOR
Penceremden izliyorum sokağı. Kar taneleri uçuşan kelebekler gibi; donmuş düşlerimi taşıyor kaldırımlara. Anılarım, masalsı bir beyazlığın altında kalıyor, tüm kirlenirden arınırcasına; tüm acılarımdan. Çamlar, beyaz gelinliklerini giymiş. Sokak lambalarının solgun ışığı, daha bir masalsı kılıyor görüntüyü. Ben, masallarda yitiyorum, mutlu sonla bitmeyen.

Anamı uğurluyorum on dokuz yıl önce bugün, son gelinliğiyle. Beyazlığa gömüyorum onu, tüm acılarından arındırarak. On dokuz yıldız seriyorum üzerine, kar tanelerinden.

Televizyondan odama Filistinli çocukların çığlığı yayılıyor. Kızıla boyanıyor kar taneleri; acıya, sağanağa, zulme. Başından yaralı bir bebeğin üzerindeki “kimliği belirsiz” yazısı seriliyor kaldırımdaki beyazlığa; isyanım yayılıyor, insan olmaktan utancım. Kar yağıyor, ben yağıyorum.

Sokakta kartopu oynayan çocukları izliyorum sonra. Onların gülüşlerine tutunuyorum, yaşama tutunurcasına. Kar tanelerinden umut devşiriyorum, gözü yaşlı tüm çocuklar için. Masallar derleyip aydınlıktan, seriyorum karanlığa.

Kar, tüm hızıyla yağıyor.


29.12.2008

26 Aralık 2008 Cuma

YILDÖNÜMÜ

……………
dünde kalmış güneşlerim
şimdi mevsimim kar
……………


GECE VE BEN

Sessiz bir bekleyiş içindeyim. Biraz sonra elektrikler gelecek, bu sessizlikten kurtulacağım; duvarda korkulu gölgeler oluşturan mum ışığından, usumda sese dönüşemeyen çığlıklardan, üstüme üstüme gelen duvarlardan, içimde yırtılan denizlerden, göz pınarlarımdaki sellerden, geçit resmine çıkmış anılardan, söze dönüşmek isteyen düşünce ve duygu dizilerinden de… Bilgisayarı açacağım; televizyonu, radyoyu ve müzik setini de… Sese boğacağım karanlığı.

El yordamıyla albümü getirip seriyorum masanın üstüne. Birer birer çeviriyorum sayfaları, her resimde uzun uzun duraklayarak. Siyah, gür saçlarda dolaştırıyorum parmaklarımı, kalın kaşlarda, umut ışıkları saçan gözlerde. İri burnunu okşuyorum sonra. Hafifçe gülümseyen dudaklarında konaklıyorum uzun süre. Yeni tıraş olmuş, pürüzsüz görünen tenine değiyorum; sanki sakalları olsa elime batacakmış gibi.
Kış mevsimi olmalı. Üzerinde kareli, oduncu gömleği… Elleri görünmüyor.

Kış mevsimini sevmiyorum; özellikle de aralık ayını. Umutlarımın bütün çiçeklerini solduruyor. Bir yandan üşütürken, bir yandan dağlıyor acılarla yüreğimi. Göz pınarlarımda kuruyor tuzlar. Mermiler geçiyor çığlık çığlığa, kan renginde.
Gitgide daha da soğuyor odam. Tüten sobam değil, hüzünlerim; on altı yılın küllerinde harlanıyor yeniden. Savuruyor poyrazında, kara yelinde. Kendime çarpıp duruyorum; paramparçayım. Kanıyor küllerim.

Yüreğim kararmış bir kurşun deliği; bir değil on altı kurşun deliği, her yıl yenisi eklenen. On altı siyah çarpışıyor içimde, tuz rengi gözlerimden savruluyor damla damla. Gece kanıyor, kent kanıyor karanlığımda.

Gün düşerken zaman eskiyor. Yürüdüğüm yollar eskiyor. Sözler eskiyor, boşluğa savurduğum. Yüzüm, ellerim, bedenim eskiyor da bir hüzün eskimiyor nedense, bir de on altı yıldır yüreğimi yakan özlem. Geceye düşüyorum.

Mum dibine varmış. Elektrikler ne zaman geldi acaba? Bu gece kendi karanlığımdan ayrımsayamamışım demek ki; on altı yıl önce, kör bir kurşunla kardeşimi yitirdiğim gecenin karanlığına…

Ne televizyona uzanıyor ellerim, ne de radyoya. Ayaklarımı sürüyerek yatağıma gidebiliyorum güçlükle. Işıkları söndürüyorum; yansa da farketmez ya…

26.12.2008, Eskişehir

18 Aralık 2008 Perşembe

EMİRDAĞ’I YENİDEN SOLUMAK

Emirdağ, doğduğum kent. Suyunu içtiğim, ekmeğini yediğim; kaldırımlarında ayak izlerimi, toprağında anılarımı bıraktığım; anamın masallarını, öykülerini, anılarını, ağıt ve türkülerini dinleyip bugünkü yazma sevdama temel yaptığım kent. İşte, yine orada, Emirdağ’dayım.

Öğretmen Mustafa Eker ve Aziziye İlköğretim Okulu Müdürü Levent Aytek’in çağrılısıyım. On bir yıl önce öğretmen olarak ayrıldığım okula, bu kez yazar olarak gideceğim. İçimi, tanımsız bir duygu ve coşku sarıyor. Türkiye’nin pek çok kentinde, pek çok okulunda, hatta yurtdışında bile etkinlikler yapmışım; ama burası başka. Burası Emirdağ.

17 Aralık Çarşamba sabahı erkenden, amcamın kızı Fahriye Yamaç tarafından evden alınıyorum. Arabayla Emirdağ yolundayız. Benim coşkum ve heyecanım onu da sarıyor. Yol boyunca Emirdağ’la ilgili anılarımızı tazeliyoruz.

Okula varıp dostlarla kucaklaştıktan sonra, okul çalışanı Ceylan Bey’in sıcacık çayları ve dumanı üstünde taptaze simitlerle kahvaltımızı ediyoruz. O sırada yine bir sürprizle karşılaşıyorum. O okuldan yıllar önce mezun ettiğim bir öğrencim-Perihan- bu kez okulun öğretmeni olarak karşıma çıkmasın mı? Az sonra bir öğrencim daha… Orada staj yapıyormuş. Sevincimi ve mutluluğumu varın siz hesaplayın.

Okul çok değişmiş ve gelişmiş. Okul müdürü ve öğretmen arkadaşlar o denli çalışmışlar ki çok güzel bir kütüphane kurmuşlar. Oysa biz öylesine yoksunluklarla boğuşuyorduk ki, böyle bir kütüphane bizim hayallerimizin bile ötesindeydi. Bir kez daha göğsüm kabarıyor.

Küçük oğlumun arkadaşı Mehmet Emin Kalender geliyor daha sonra. Türkçe öğretmeni olmuş. Aynı zamanda gazetecilik yapıyor ve bir internet sitesini yönetiyormuş. Onunla kısa bir söyleşiden sonra Emirdağ’ın ilk edebiyat dergisi Edebdağ’ı tutuşturuyorlar elime. Dergi yöneticilerinden ikisi gelmiş. Dergiye abone olup asıl söyleşiye geçiyorum.

Söyleşide Emirdağ Kaymakamı Zekeriya Güney, Emirdağ Belediye Başkanı L.İhsan Dağ, Emirdağ İlçe Milli Eğitim Müdürü Gıyasettin Taş, İl Genel Meclisi Üyesi Yusuf Demir, okul müdürleri, öğretmenler ve öğrencileri görüyorum. Emirdağ’da bulunmanın coşkusuyla öğretmenlik anılarımdan yazın tutkuma dek pek çok konuda konuyor, öykülerimden örnekler okuyor, soruları yanıtlıyorum. Ünlü masal yazarı Ezop’un Emirdağlı olduğunun ortaya çıkmasından kendime de pay çıkartmıyor değilim doğrusu. Ben de Ezop’un torunu olmuyor muyum?

Yetişkinlerle, gençlerle, çocuklarla söyleşi ve imza derken, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Yemek yemeye bile zaman bulamamışız. Pasta çay ve simit güzel, ama bir cacıklı dürüm olsa diye de aklımdan geçiriyorum doğrusu. Yine de zaman darlığı nedeniyle Sevgili Mustafa Eker’in yemek davetini geri çeviriyoruz.

Mayıs ayında yeniden gelmeye söz vererek okuldan ayrılıyorum. Mutlu, coşkulu, gururlu ve onurluyum. Bu denli duygulanmakta haksız mıyım dersiniz?

18.12.2008, Eskişehir

15 Aralık 2008 Pazartesi

MUTLULUĞU PAYLAŞMAK

YILLAR ÖNCESİNDEN BİR SES

Kasım ayının üçüncü haftasından bir gün. Almanya’da, bir okuldan söyleşiden dönmüşüm. Arkadaşım ve çevirmenim Regina’nın evinde çay içip yorgunluğumdan sıyrılmaya çalışıyorum. Ondan izin isteyerek bilgisayarın başına geçiyor, elektronik postamı açıyorum. Bir çok ileti gelmiş. Hepsine bir göz gezdirip birinde duraksıyorum. Beni, yaklaşık otuz yıl öncesine götüren bir ileti bu.
Öğretmenliğimin ikinci yılında üçüncü sınıftan aldığım öğrencileri, beşinci sınıftan mezun ediyorum. Çocukların velileriyle görüşüp öğrenimlerini sürdürmelerini sağlamaya çalışıyorum. Pek çoğunu ikna etsem de birini edemiyorum. Baba, yoksul olduğunu, çocuğu okutamayacağını söylüyor. Sonunda, çocuğu okula ben kaydettiriyorum.

O sınıfta pek çok ilki yaşamışım. En sevdiğim öğrencilerimden birini kuduzdan yitirmişim ve günlerce kendime gelememiş, yıllar sonra da onun romanını yazmışım.(Ali’nin Öyküsü, Bu Yayınevi, 2. Baskı 2008) Yüksel’in kekemeliğini geçirme çalışmaları yapmışım aylarca. Çok sevmişim çocuklarımı.
Şimdi, o gençlik yıllarımda değilim. Emekli olduğumdan bu yana bile sekiz yıl geçmiş. İşte bu ileti, beni koltuğuma çiviliyor ve gözlerim doluyor:

“Merhaba Hocam,
Ben sizin Afyon'un Emirdağ ilçesi Bademli Kasabası İ.Ö.O
öğrencilerinizdenim. İnternetten sizin iletişim adresinize ulaştım.

Ben sizin sayenizde okudum ve 10 yıl Marmara Üniversitesinde görev
yaptıktan sonra Afyon Kocatepe Üniversitesine geçtim.
Gerçekleştirebilirsem amacım Prof.Dr kariyerine ulaşmak. Her zaman size
minnet duymaktayım. Sevgili ve benim için çok değerli hocam ellerinizden
öperim.

Umarım yazdığım mail size ulaşır. Sizi her zaman saygıyla anan ve çok seven
Öğrenciniz Y.O
En içten saygılarımla...”

Hemen yanıtladım. Yüreğim sevgiyle doluydu, gözlerim yaşla.
Ertesi gün bir ileti daha:

“Merhaba hocam,

Yazdığım mailin size ulaşmış olması na ve
sizin cevap vermenize inanamadım hocam ve çok
sevindim. 25 yıl aradan sonra Ayşe öğretmenime
ulaşmanın inanılmaz mutluluğunu
yaşıyorum. Sizi Türkiye’ ye döndüğünüzde ziyaret etmek
istiyorum. Benim için çok değerlisiniz öğretmenim.

Hayatta bir kez daha öğrendim DÜNYA ÇOK KÜÇÜK öğretmenim.

Size olan sevgim ve saygım hiçbir zaman eksilmedi, aksine artarak
büyüdü. Bugünkü konumumu ve durumumu size borçluyum.
Hakkınızı hiçbir zaman ödeyemem ben.

Size ulaşmanın mutluluğu içinde, hayatta her şeyin
dilediğiniz gibi gerçekleşmesi ümidiyle ellerinizden öperim
öğretmenim.


Öğrenciniz Y. O”

Öğretmenliğin en güzel yanı bu, değil mi?

Böyle mutluluklar yaşamanız dileğiyle.
15.12.2008, Eskişehir