2 Şubat 2010 Salı

KARANLIK


OKULLU MELEKLER*


‘ Okullu melekler’ dik hepimiz; keşke öyle kalabilseydik!


“Hiçbirimiz bilmiyorduk gizli karanlığını karatahtaların,”

Bilmiyorduk, ne kadar bilirsek o kadar acıyacağımızı. Karatahtaların aydınlığa giden yolda bir basamak yerine; karanlığı daha da koyulaştıracağını, karanlık ellerde. Bilmiyorduk, büyüdükçe kirlendiğini dünyanın; kirletenlerin de bizler olacağını…


”Neden uzakta görünürdü dilimlere bölünmüş küre, bilmiyorduk.”

Bildiğimiz, çocukluğumuz, dünyamız çevremizdi. Eleni’yle evcilik oynar, Berivan’la kankardeş olurduk. Topumuz da ortaktı, ipimiz de… Oyuncak silahlarımızı bile doğrultmazdık birbirimize.


“Ama bildiğimiz şeyler de vardı:
her şeyin çevresi yuvarlak olmaz geometride,
ay tutulması aklını karıştırır çiçeklerin
ve kuşların uçuşunu hızlandırır.”

Ay tutulmalarına hep tutuklu kalacağımızı bilmiyorduk; el yordamıyla yolumuzu arayacağımızı, alaca karanlıklarda. Tutunduğumuz ellerin, iç dünyalarındaki sayrılıklarının bizi de saracağını; yaralarında kanayacağımızı… Uçuşumuz hızlandıkça kanatlarımızdan vurulacağımızı…


“Bir şey bilmiyorduk hiçbirimiz:
parmaklarımız çini mürekkebindendi, neden,”

Dokunduğumuz yerlerde bıraktığımız izlerin karartılacağını bilmiyorduk; hiç çıkmayan, kapkara kanayan… Söz savaşlarının izlerini yüreklere kazıyan… Kendi karanlığımızda yiteceğimizi de bilmiyorduk, karardıkça kanayacağımız da…


“Şafak kitapları açsın diye ikindi pergelleri kapatırdı, neden?”

Karanlıklar koyulaştıkça şafağın yaklaştığını düşünüp oyalanırken, yeniden güneşlerin tutulacağını bilmiyorduk; pergelleri açıp kıvırdıkça, tersine kapanacağını ve kırılacağını da… Kitapların silahlardan daha tehlikeli sayılıp yakılacağını da bilmiyorduk; masallarımızın mutlu sonlarını yitireceğini de…


“Şunları biliyorduk sadece:
düz bir çizgi isterse kıvrılır, isterse kırılır
ve gezgin yıldızlar aritmetik bilmeyen çocuklardır.”


Düz çizgileri kıvırıp kırdık şimdi; iyi ve güzel olan ne varsa birlikte hem de… İki kere ikinin dört ettiğini ögrendik ama gezginliği de yıldız olmayı da düşlere hapsettik. Masallarımızdaki kırkıncı odaların kapılarını açıp savurduk düşlerimizi karanlığa.


‘Okullu melekler’dik hepimiz; keşke öyle kalabilseydik!


(Rafael Alberti, Sürgünden Şiir,
Türkçesi: Ülkü Tamer,
Cem Yay., İstanbul 1978, s.32-33,)
(*okullu melekler, tırnak içindeki dizeler...)


02-02-2010, Eskişehir

Hiç yorum yok: