23 Mayıs 2010 Pazar

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BİR KÖPRÜ

GEÇMİŞİ GÜNÜMÜZE TAŞIYANLAR- MAKET KÖY


Selçuk’tan Kuşadası’na giden anayol üzerinde yaklaşık iki kilometre kadar yürüdükten sonra bir taksiye atlayıp gittiğimiz köyde çocukluğumu, gençliğimde çalıştığım köyleri, anılarımın birebir kopyasını bulacağını bilmiyordum doğrusu. Kapıdan girdiğim anda şaşkınlıktan donup kaldım bir süre. Burası maketten bir köymüş meğer; Ayhan ve Nazmiye Çetin çiftinin hazırladığı bir sanat eseri…



Önce Çumra’ya, sonra Konya’ya bağlanan Akviran (Akören) köyünün 1950’li yıllardaki durumunu Selçuk yakınlarında yaşatmak nereden akıllarına gelmiş bilmiyorum; ama öyle iyi etmişler ki… Her tarafı tarih kokan açık hava müzesi o yöremiz, bir müze daha kazanmış böylece; hem de ne müze!..


Kapıdan girdiğiniz anda zaman kavramını yitiyorsunuz sanki. İki karış boyunda insanlarla bir metreye yaklaşan minyatür evlerin yaşadığına; demircinin örse vuran çekicine, halı dokuyan kadınların kirkit sesine, koyunların meleyişine; dama bulgur seren, taş dibekte bulgur döven kadınların ritmik hareketlerine dalıp gidiyorsunuz; aynı benim gibi.


Makinede dikiş diken adam babam sanki; yanındaki çocuk çıraklar da öyle tanıdık ki… Birazdan babam kalkıp bana dükkana neden geldiğimi soracak, elime bir sarı yirmibeş kuruş tutuşturup savuşturacak; dükkanda oturan arkadaşlarıyla söyleşisine bir an önce denmek, bir yandan da dikişlerini dikmek için… Şu az ilerdeki tezgahta kilim dokuyan yöresel giysili kadın da anam. Oturup yanına ben de dokuyacağım, anamın ağıtları ya da hüzünlü türküleri eşliğinde. Sonra birlikte kalkıp ocağın başına kurulacağız, yufka ekmek yapmak için. Şu hamur pazılayan kadın babaannem, elinde ayran tasıyla bekleyen de ablam olmalı; toprak hevikte yayık yayan da kardeşim…


Çocukluğumdan sıyrılıp öğretmenlik yaptığım köylere dalıyorum şimdi. Şu tahta yayığı tokmaklayan genç kız, Samsun’un Kızılkese köyü’ndeki komşu kızı Songül olmalı. Harmanda düven süren de babası Halil Amca. O zaman küçük olan oğlumu da almışlar kucaklarına, dönüyorlar ha bire sapların üzerinde.


Maket köyü gezerken, o yılların ses sanatçısı Ali Ercan’ın türküleri de eşlik ediyor gezime. Sanki babam, taş plakları pkaba koyuyor ve birlikte dinliyoruz o türküleri.


O yılları, o yılların köyünü böylesine bir sanat eserine çeviren Ayhan ve Nazmiye Çetin çifti, bununla da yetinmemiş. Alanya Müzesinde Alanya düğünlerini, Utah-ABD Monreo Özel bebek Müzesinde Köy Odası kompozisyonunu, Antalya Arkeoloji Müzesinde El Zanaatları Çarşısını, İstanbul Miniatürk’te Çanakkale ve İstiklal Savaşlarını konu alan Zafer Müzesini, Konya’da İstiklal Savaşı Şehitliği Müzesini kurmuşlar.


Müzede çayımızı içip çıktığım anda, bir süre geçmişle şimdi arasında bocalıyorum. Beni bu müzeyi görmek mutluluğuna eriştiren arkadaşımın elini sıkıyorum minnetle. Aynı anda da Atatürk’ün bir sözü yankılanıyor belleğimde:



“GEÇMİŞİNİ HATIRLAMAYAN ULUSLAR YOK OLMAYA MAHKUMDUR.”

23 Mayıs 2010, Eskişehir

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Degerli site yöneticisi,siteniz herkes için çok yararlıDell yetkili servislerihizmetlerinizin devamında başarılar dilerim.