ACIYI BAL EYLEMEYELİM GAYRI
“bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
yüreği kan içinde…”
Her gittiğim yerde, bakıyorum çocuk gözlerine, ışıltısı gözlerimi kamaştırıyor. Öylesine umut yüklü, öylesine sevgi… ama bir o kadar da umarsız, korunaksız. Onların gelecek düşlerini dört işlemle kapatıp ellerinden alanlardan haberleri bile yok.
Bir ömür düşlerimi, umutlarımı, sevdamı dokuduğum kitapları imzalayıp tutuşturuyorum ellerine. Daha bir parlıyor gözlerindeki ışıltı, daha bir genişliyor gülümsemeleri. Benimse daha bir katlanıyor içimdeki acı. Neden, diyorum kendi kendime; neden onlara hak ettikleri aydınlık bir geleceği sunamadık?
Hasan Hüseyin’in dizeleri yankılanıyor yine belleğimde:
“koyun değil şu dağlarda
salt kendimizi gütmüşüz
…”
Kendimize sunabildik mi diyerek kendi içime dönüyorum yeniden. Düşlerimiz, umutlarımız her gün biraz daha yolunurken, kalelerimiz ellerimizden alınıp karanlığa doğru hızla yol alırken ne yapabildik? Mutluluğumuz çalınırken, ömrümüzü sonsuz sanıp yaşamayı hep yarınlara ertelerken; bıkkın, bezgin günü kurtarıp salt kendimizi mi güdebildik, savrulup dağdan dağa?
Neydi suçumuz, göremediğimiz?
“hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana,” diyerek, kendimize kıymak mıydı her seferinde?
Niye, “kanadık toprak olduk
döküldük yaprak olduk,” her mevsimde?
Hep mi kanayıp toprak olacağız? Hep mi dökülecek yapraklarımız? Hep mi dağa taşa yazılacak umutlarımız, düşlerimiz, sevdalarımız?
Zor günlerden geçsek de karanlık her geçen gün biraz daha koyulaşsa da acıyı bal eylemeyelim gayrı. Çabalayalım, ne kadarı elimizden gelirse… Önce biz gülmeyi öğrenelim ki, gülsün çocuklarımız.
Sevgiyle…
a.y.
3 Mart 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder