Canım yavrularım,
Birkaç gün sonra anneler günü. Bu günü hep anlamsız bulurdum; çünkü yanımdaydınız, benimleydiniz. Sevmek istediğim zaman size sarılabiliyordum, kızdığım zaman bağırabiliyordum; ekmeğinizi paylaşıp yemek yemenizi; kısaca büyümenizi izliyordum gururla. Bana gereksiniminiz vardı kısaca ve bu beni mutlu ediyor belki de…
Dar zamanları yaşıyordum oysa. Ekmek yapılmalı, yemek pişirilmeli, su taşınmalı, ev temizlenmeli, çamaşır-bulaşık- bez yıkanmalı ve derse yetişilmeliydi. Sizinle yeterince oynayamadım bile. Bedenim, bunca yükü kaldırmaktan hep yorgun oluyordu; ama sizi emzirirken ya da mutlu uykunuzda izlerken tüm yorgunluğumu unutuyordum.
Bu günlerde, anneliğin ne olduğunu sıkça düşünür oldum. Doğanın kadına verdiği sonsuz bir sevgi ve koruma içgüdüsüydü belki de… Kendi canından, kanından bir insanın adım adım büyümesini izlemenin gururu… Bir yenilenme ya da yarattığı bu canlıyla ölümsüzleştiğini düşünme de olabilir. Belki de hepsi birden… Bunların hepsini sizlerle yaşadım çünkü. Başardıklarınız, sizlerden çok beni sevindirdi. Mutluluğunuz mutluluğum, hüznünüz yaram oldu.
Zaman zaman bana sorarlar: “ En büyük eseriniz hangisi?” diye. Okuyucuların sormak istediği, en güzel kitabımın hangisi olduğudur aslında. Yanıtımsa; “ Benim en büyük eserim, çocuklarımdır,” olur; onları şaşırtmak için değil, gerçekten öyle düşündüğüm içindir.
Şimdi büyüdünüz; kendi kanatlarınızla uçmayı öğrendiniz. Kendi işiniz, arkadaşlarınız, planlarınız var. Zaman size bir türlü yetmiyor. Koşturarak yaşadığınız bu dönemde, bir anneye ayıracak zamanınız yok. Yooo; hemen karşı çıkmayın! Yakınmak için söylemiyorum. Yaşamın gerçeği böyle. Ben de sizin yaşlarınızda böyle düşünüyordum, unutmadım. Beni kırmamak için kendi yaşamınızdaki kısıtlı zamanlardan çalmanızı istemiyorum.
Sizlere uçmayı öğretmeye çalışırken, kendi kanatlarımı budadığımı yeni ayrımsadım; biraz çocuk kaldığımı da… Sizlerden ayrı bir yaşam düşünmediğim için istediğim zaman yanımda olacağınızı sandığımı, benim gözümde hep çocuk kaldığınızı da… Bu yüzdendi belki de hırçınlığım, yakınmalarım, hayal kırıklıklarım; kısacık birlikteliklere isyanım.
Bugün 6 Mayıs. Bir yandan darağacında sallanan fidanlar geldi aklıma ve onların anaları… Utandım, içim yandı. Diğer yandan gül ağacının dibine dileklerini gömen insanların umutları yeşerdi göz pınarlarımda… Oğul oğul, ana ana çağladım bir an. Sonra, ben de dileklerimi astım sizler için… Dilek ağacıma kendimi gömdüm bir de; bir an önce büyüyeyim diye.
Şimdi, anneler gününün ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum sanırım; yılda bir gün olsun annelere ayrılacak zamanın değerini de, uçmak için kanatlarımı yeniden canlandırmam gereğini de…
Sizden armağan istemiyorum. Bana vereceğiniz en güzel armağan, bugünden ayırabildiğiniz kadar zamanı benimle paylaşmanız. Bunun değeri ne altınla, ne pırlantayla ne de dünyanın en pahalı armağanıyla ölçülür çünkü.
Sizler için canımı düşünmeden veririm. Bana gerek duyduğunuz her zaman da yanınızda olmaya çalışacağım; yeter ki her şey gönlünüzce olsun!
Sizi sevgiyle kucaklıyor, bebekliğinizdeki gibi, doyasıya öpüyorum yavrularım.
Anneniz.
06.05.2009, İstanbul
9 Mayıs 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder