30 Haziran 2009 Salı
KARDELENLER ÜŞÜRKEN
kardelenler üşürken
kendini tüketir
koşaradım zaman
utanır ak’ın kirinden
kanar güller
sabırtaşinı umutla örerken
çoğalır saman alevinde üşüyenler
c’an kavrulur can düşer
d’alı solar umudun
ç’alınmış yas’ak rengi
kar utanır
kardelenler üşürken
t’aş sert, t’aş ağır
kararsız adımlarda karıncalar
ışık rengini yitirir
dinle’r g’örünürken
s’ağır k’ulaklar
poyrazlar geçer kalemimden
27 Haziran 2009 Cumartesi
YÜREĞİM ÇOCUK BUGÜN
YÜREĞİM ÇOCUK BUGÜN
Gün usulca yükseliyor ufuktan. Rüzgar nefesine yüklemiş umudu, savuruyor gönlünce. Çocuklar, ah sevgili çocuklar, güneşin saçlarına tutunup rüzgarın nefesiyle bütünleşiyorlar. Umut oluyor her biri, yaşam...
Hakkarili bir çocuğun deniz suyunu şişeye doldurduğu haberi düşüyor günüme sonra. Deniz deniz hüzne kesiyor gözlerim; İstanbul İstanbul çalkalanıyor; gün gün kızarıyor utancından.
Denizler can çekişiyor oysa. Belleğimden Ali Yüce’nin dizeleri geçiyor:
“…
Haydi bakalım çocuklar
Binmeyin bu kör gemiye
Bu can çekişen denizi
Götürüp koyun yerine
….”
Can çekişen yılları birer birer geriye sarıyor belleğim:
Başörtüsü kaçırılan bir kız kendini yakıyor. Çocuk-kadın olmak istemeyişi, yalım yalım savruluyor havaya. Havada yanık kokusu, kül kokusu, gazyağı kokusuna sarılmış soru işaretlerinin çengelleri; deniz, İstanbul özlemleri asılı duruyor. Kalak yapan bir kadının sırtındaki çocuğun çığlığı harç oluyor tezek duvarlarına; kadın mı daha çocuk, umarsızlığının acısıyla. Kışın tezekle birlikte yanıyor çığlıklar, umutlar, düşler; yarınsız yarınlar… Günler uzarken kısalıyor okul düşleri; tarlalar işe uyanırken, ıssız okul bahçelerinde unutuluyor oyunlar.
Belleğimdekileri YAZGÜLÜ’ye sarıyor gülüş yoksunu gözlerim; savurup hüznünü çocuk bakışlarını yükleniyor yeniden. Gökyüzü, kuşanıp denizin rengini, özlemleri bilediğinin ayrımında olmaksızın, salınıyor. Utancını gizleye gün gülümsüyor alabildiğine, rüzgar neşeli...
Masallar doğuruyorum avuçlarıma sonra, çocuk gülüşlerinin yitmediği; gemilere göz, denizlere can suyu verdiğim masallar… Çıktıkça yükselmeyen dağlar çiziyorum gökkuşağının renkleriyle; umut, sevgi kanatlı kuşlar ekliyorum resimlerime…
Çocukların gülüşüne karışıyor içimdeki çocuk. Kanatlarımı onarıyorum.
26.06.2009, Eskişehir
Gün usulca yükseliyor ufuktan. Rüzgar nefesine yüklemiş umudu, savuruyor gönlünce. Çocuklar, ah sevgili çocuklar, güneşin saçlarına tutunup rüzgarın nefesiyle bütünleşiyorlar. Umut oluyor her biri, yaşam...
Hakkarili bir çocuğun deniz suyunu şişeye doldurduğu haberi düşüyor günüme sonra. Deniz deniz hüzne kesiyor gözlerim; İstanbul İstanbul çalkalanıyor; gün gün kızarıyor utancından.
Denizler can çekişiyor oysa. Belleğimden Ali Yüce’nin dizeleri geçiyor:
“…
Haydi bakalım çocuklar
Binmeyin bu kör gemiye
Bu can çekişen denizi
Götürüp koyun yerine
….”
Can çekişen yılları birer birer geriye sarıyor belleğim:
Başörtüsü kaçırılan bir kız kendini yakıyor. Çocuk-kadın olmak istemeyişi, yalım yalım savruluyor havaya. Havada yanık kokusu, kül kokusu, gazyağı kokusuna sarılmış soru işaretlerinin çengelleri; deniz, İstanbul özlemleri asılı duruyor. Kalak yapan bir kadının sırtındaki çocuğun çığlığı harç oluyor tezek duvarlarına; kadın mı daha çocuk, umarsızlığının acısıyla. Kışın tezekle birlikte yanıyor çığlıklar, umutlar, düşler; yarınsız yarınlar… Günler uzarken kısalıyor okul düşleri; tarlalar işe uyanırken, ıssız okul bahçelerinde unutuluyor oyunlar.
Belleğimdekileri YAZGÜLÜ’ye sarıyor gülüş yoksunu gözlerim; savurup hüznünü çocuk bakışlarını yükleniyor yeniden. Gökyüzü, kuşanıp denizin rengini, özlemleri bilediğinin ayrımında olmaksızın, salınıyor. Utancını gizleye gün gülümsüyor alabildiğine, rüzgar neşeli...
Masallar doğuruyorum avuçlarıma sonra, çocuk gülüşlerinin yitmediği; gemilere göz, denizlere can suyu verdiğim masallar… Çıktıkça yükselmeyen dağlar çiziyorum gökkuşağının renkleriyle; umut, sevgi kanatlı kuşlar ekliyorum resimlerime…
Çocukların gülüşüne karışıyor içimdeki çocuk. Kanatlarımı onarıyorum.
26.06.2009, Eskişehir
9 Haziran 2009 Salı
TUZ DA KOKTU
TUZ DA KOKTU TUZLA/DA
hava sıcak
alev sıcak
çekilin
yanık bedenler tuzlanacak
umut uzak
deniz tuzak
yüzden sonrası
yirmi iki basamak
canlar duman
durdu zaman
sustukça
diller kan kokacak
açılın
ölü canlar
kokan tuz
tuzla’da tuzlanacak.
5 Haziran 2009 Cuma
HOŞÇA KAL İSTANBUL
HOŞÇA KAL İSTANBUL
Bir akşam üstü gelmiştim sana; yüzümde gülücükler, yüreğimde özleminle. Oğul oğul kokuyordun ilk kucaklaşmamda, hanımeli, yasemin ve menekşe, bir de deniz deniz.
Vapurlar, telaşından ayakları birbirine dolaşanları taşıyordu; gülümsemeyi unutmuş, her an parlamaya hazır trafik yorgunu insanları… Sergilediğin güzelliklere bile dönüp bakmayan; Boğaz’a bakan bir tepede bahar rüzgarları saçlarını okşarken çay yudumlamanın keyfini unutmuş iş, aş peşindeki yığınları… Sen, mavi mavi gülümsüyordun yine, yeşil yeşil, umut umut…
Boğazda yatlar süzülüyordu nazlı nazlı… Seni tepe tepe kullananları taşıyan yatlar… Milyonların yalnızca uzaktan gözlerine değen…
Otağtepe’nde, yeşil mavi sarıyordun beni. Tam karşımdaki Rumeli Hisarı’ndan Orhan Veli’nin dizelerini savuruyordun gönlüme doğru, yeşille mavin oynaşırken gözlerimde:
“…
Urumeli Hisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum.
…”
Emirgan’da gülüşün deniz kokuyordu; maviliğinde serinlemeye çalışan çocukların neşeli çığlıkları okşuyordu yüreğimi. Çamlıca’da bir kez daha sarıyordun gönlümü. Ada’da faytonlarınla dolaştırıyordun içimdeki çocuğu.
Turgut Uyarca sesleniyordun sonra:
“Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç`ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...”
Şimdi, gelişim değil gidişim sabah vakti. Sen uyanmamışsın daha İstanbul. Sis kaplamış yürekleri, henüz uyanmayan Haliç’in üstü gibi. Vapur düdükleri çığlık çığlığa ama… Sen, gecenin, karanlıkta dönen dalaverelerin, üçkağıtların; üç kuruşluk aşkların, beş kuruşluk hesapların, en ucuza insan pazarlamanın; dedikoduların, kırgınlıkların, kavgaların, cinnetlerin, cinayetlerin; tinerlerin, balilerin, geleceği ellerinden alınan sokak çocuklarının yorgunusun.
Bu sabah kapını çalmayacağım İstanbul; akmış makyajınla yüreğimi sızlatıyorsun; kapatıyorum gözlerimi. Köprün henüz açıkken ve Anadolu’m boyasız yüzü ve açık yüreğiyle kollarını açmışken, gitmeliyim.
Hoşça kal İstanbul. Yüreğinde çocuk saflığını, umudunu, düşlerini koruyabilen dostlara selam söyle.
06.06.2009, İstanbul
Bir akşam üstü gelmiştim sana; yüzümde gülücükler, yüreğimde özleminle. Oğul oğul kokuyordun ilk kucaklaşmamda, hanımeli, yasemin ve menekşe, bir de deniz deniz.
Vapurlar, telaşından ayakları birbirine dolaşanları taşıyordu; gülümsemeyi unutmuş, her an parlamaya hazır trafik yorgunu insanları… Sergilediğin güzelliklere bile dönüp bakmayan; Boğaz’a bakan bir tepede bahar rüzgarları saçlarını okşarken çay yudumlamanın keyfini unutmuş iş, aş peşindeki yığınları… Sen, mavi mavi gülümsüyordun yine, yeşil yeşil, umut umut…
Boğazda yatlar süzülüyordu nazlı nazlı… Seni tepe tepe kullananları taşıyan yatlar… Milyonların yalnızca uzaktan gözlerine değen…
Otağtepe’nde, yeşil mavi sarıyordun beni. Tam karşımdaki Rumeli Hisarı’ndan Orhan Veli’nin dizelerini savuruyordun gönlüme doğru, yeşille mavin oynaşırken gözlerimde:
“…
Urumeli Hisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum.
…”
Emirgan’da gülüşün deniz kokuyordu; maviliğinde serinlemeye çalışan çocukların neşeli çığlıkları okşuyordu yüreğimi. Çamlıca’da bir kez daha sarıyordun gönlümü. Ada’da faytonlarınla dolaştırıyordun içimdeki çocuğu.
Turgut Uyarca sesleniyordun sonra:
“Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç`ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...”
Şimdi, gelişim değil gidişim sabah vakti. Sen uyanmamışsın daha İstanbul. Sis kaplamış yürekleri, henüz uyanmayan Haliç’in üstü gibi. Vapur düdükleri çığlık çığlığa ama… Sen, gecenin, karanlıkta dönen dalaverelerin, üçkağıtların; üç kuruşluk aşkların, beş kuruşluk hesapların, en ucuza insan pazarlamanın; dedikoduların, kırgınlıkların, kavgaların, cinnetlerin, cinayetlerin; tinerlerin, balilerin, geleceği ellerinden alınan sokak çocuklarının yorgunusun.
Bu sabah kapını çalmayacağım İstanbul; akmış makyajınla yüreğimi sızlatıyorsun; kapatıyorum gözlerimi. Köprün henüz açıkken ve Anadolu’m boyasız yüzü ve açık yüreğiyle kollarını açmışken, gitmeliyim.
Hoşça kal İstanbul. Yüreğinde çocuk saflığını, umudunu, düşlerini koruyabilen dostlara selam söyle.
06.06.2009, İstanbul
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)