ANADOLU EDEBİYATI
Anadolu, sayısız uygarlığın beşiği… Estetiğin, duyarlılığın, şiirin, öykünün, romanın yanında acının, hüznün, sefaletin, ezilmişliğin, sayısız baskıların da yangın yeri. Anadolu’yu tanımadan, onu her yönüyle yaşamadan yazılanların bir yanı hep eksik kalmaz mı?
Yazılan eserlerin yayım, basım, dağıtım merkezi İstanbul olsa da yaratım merkezi Anadolu’dur. Yaşar Kemaller, Orhan Kemaller, Fakir Baykurtlar… ve daha nicelerini yetiştiren Anadolu, kim ne derse desin, edebiyatın da beşiğidir. Bu noktada Ahmed Arif’e kulak vermeden olur mu?
“Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü cocuk sayılır,
Anadolu'yum ben,
Tanıyor musun ?
…”
Anadolu’da edebiyat yapanlar; fakirliğinden utanan, bilgisizliğin kör kucağına bırakılan, her türlü baskıya kader diyerek boyun eğmiş halkın sözcüleridir; üstelik, onlardan biri, onların içinde, acıların yanında kardeşliğin ve birlikte çalışıp üretmenin mutluluğunu da tadarak. Yaşanılanların, dayatılanların kader olmadığını haykıran yürekli kalemlerdir onlar. Bunca acı ve haksızlığın içinde, çölde vaha yaratmaya çalışan duyarlı gönüllerdir.
“…
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
…” diyen Anadolu’ya, yalnız, bir başına ve uzak olmadığını; onu tanımayan şairlerin ve bilginlerin Anadolu’ya uzaklıklarının yanısıra, insana ve insanın özüne de yabancılıklarını haykıranlardır onlar.
Ne üstünde binlerce yıl at koşturanların izi kalmış, ne sultanların ne de hükümdarların… Oysa, Köroğlu kalmış, Yunus Emre, Pir Sultan, Dadaloğlu, Karacoğlan… Bedrettin’in destanını dilden dile söyleyip yazanlar kalmış Anadolu’nun yüreğinde. Anadolu’nun çimenler üstündeki gözyaşları kalmış türkü türkü savrulan; bir de “meçhul askerler” Anadolu’yu talan eden emperyalistleri kovmak için “ölüme gülümseyen” o sevdalı yürekler… Onların destanlarını yazan kalemler…
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...”
Anadolu’dan seslenir yine o kalemler. Kardeşçe üretip bölüşmenin keyfiyle bir küçük dergi olur; küçük dergide bir şiir, bir öykü… Bir roman olur ya da yayıncıların kapısını aşındırıp da yayınlatamazsa, yiyecek ekmeğini matbaalara verip yine de sesini duyurmaya çalışan.
“ …
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tirnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”
Diyen Anadolu’nun sesini duymayacak, duyurmayacak mıyız? Yeni dünya düzenine teslim olmuş yayın ve dağıtım tekellerinin kurallarına boyun mu eğeceğiz?
“Gör, nasıl yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgecilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?”
Bunca yürekli kalem varken ve Anadolu’nun bu özden çağrısı kulaklarımızda yankılanırken, edebiyatın kalbi Anadolu’da atmayı sürdürecektir.
Not: Tırnak içindeki dizeler, Ahmed Arif’in Anadolu şiirinden alıntıdır.
Bir şiir de benden:
Ç’AĞLAR Y’AN’GINI
ç’ağ değil ç’ağ’lar yangını
kavruğu kar’an’lıkların
umudumun gülü açamayan
yüreğimin onmaz sancısı
büyü’meyen filizi düşlerimin
hep bir b’aşka uyandığım sabahların
her gece yıldız yıldız
düşlerin koynuna uzandığım
mutlu sonlu masallara yazdığım adın
tutunup saçlarına güneşin
yağmurun iplerine kurduğum salıncağım
her biri umut
her biri türkü gözlü çocukların
esirgenen suyun
parsellenen toprağın
ilmiği boynumda darağaçların
yalımında savrulan külü ozanlarımın
acıyla soluduğum havan
rengini yitirmiş saçları anamın
kirlenmiş köpükleri denizlerinin
bir de yanan sevdaları kızların
kalemimden sen geçersin
dünüm düşüm umudum
ida’m ağrı’m nemrut’um
sen anadolu’m
maviada, mayıs-haziran 2010
13 Temmuz 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder