9 Mayıs 2011 Pazartesi

"ANADOLUYUM BEN TANIYOR MUSUN"

HATTİ ÜLKESİ’NDE

Çorum’a varmışken, Hatti Ülkesi’ni görmeden gelmek olur mu? Biz de Afacanlarla çıkıyoruz; MÖ 5500’lü yıllara, Anadolu’daki yüksek kültürün yaratcısı, Hititlerin Hatti Ülkesi’ne doğru bir yolculuğa.

Alacahöyük’te prens ve prenses mezarlarından çıkıp dünyaya tanıtılan “Güneş Kursları”nın; boğa ve geyik heykelciklerinin kopyasını üreten, değme heykeltıraşa taş çıkartan yerli gençlerin sanatçılığı karşısında saygıyla eğiliyorum.

Yağmur bizden önce gidiyor nereye varırsak. Tarihle birlikte sağanakla da sırılsıklam oluyoruz Hattuşaş’ta. Geçmişe bir ağıt mı; Kral Hattuşil’in ya da Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin dili kesilip kafasına ileti kazınarak Hattuşaş’a yollanan kölesinin gözyaşları mı ıslandığımız, diye düşünmeden edemiyorum bir an.

Yukarı Şehir’deki Aslanlı Kapı ve Kral kapısı’ndan geçerken, taşların üzerinde hiyerogliflere, kabartmalara, taş işçiliğine hayran kalıyorum. Aslanlı Kapı’dan geçip de tüm Hatti Ülkesi’nin gözlerime serilen yemyeşil ovası, çam ağaçları arasında inmiş bulutları ve yağmurla yıkanıp arınmış doğanın güzelliği karşısında dilim tutuluyor. Sunaklarda geçmişin kan izlerinde kanıyorum, Büyükkaya’daki tahıl ambarlarında saklanan umutlardan izler arıyorum her adımda.Tünelden (protern)geçip, Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’na dalıyorum. Fırtına Tanrısı Teşup ile Güneş Tanrısı Arinna’ya bakıyorum; doksandan fazla tanrı ve tanrıça kabartmaları arasında...

Şapinuva’da, binlerce yıl öncesinin mimari malzemelerine, kusursuz yapım tekniklerine, simetrik planına ve çivi yazılarına dalıp gitmişkern, “haydi, dönüyoruz!” sesiyle geçmişten sıyrılıp günümüze dönüyorum. Yol boyunca, Hatti Ülkesi’nde yaşayanları anıyorum, binlerce yıl öncesine selam yollayarak…

Anadolu’nun her köşesi öyle büyük bir zenginlik ki, gezdiğim her yerde biraz daha hayran kalıyorum Anadolu’ya. Ahmed Arif’in dizeleri yankılanıyor beleğimde durmadan:

“…
havva anan dünkü çocuk sayılır
anadolu’yum ben
tanıyor musun
…”


Hiç yorum yok: