31 Mayıs 2011 Salı

YARAM HAZİRAN

“heybesinde yılan işaretleri,
baldıran zehir yüzüğünün içinde
ve yanında kav taşıyan ben,”* yanarım her haziran; gözlerim gülümserken…


Bir yaradır haziran; geçmiş mevsimlerden gelip, baharın güzelliğine inat, yüreğimin tam üstünde kanayan. Bir Orhan Kemal’dir haziran, rehincide bıraktığı saatiyle kayıp giden; bir Ahmed Arif’tir, hasretinden prangalar eskiten; Bir Nazım Usta’dır, memleketi dilinden düşürmeyen ve tümüyle Anadolu’mdur, dize dize belleğimde alazlanan.

Öldü, demeye dilim varmaz bir türlü; bilirim ki, “gölgesiz geçip” gitmemişlerdir hiç biri;

“gelgelelim,
beter, bize kısmetmiş.
ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
susmak ve beklemek, müthiş
genciz namlu gibi
ve çatal yürek,
barışa, bayrama hasret
uykulara, derin, kaygısız, rahat,
otuziki dişimizle gülmeğe,
…”**
Hasret kalmışım, hasret kalmışız hepimiz; hasret kalmış ülkemiz. Görmez olmuş gözlerimiz baharı, renk renk açan erguvanları, laleleri, gülleri, sümbülleri. Oysa biliriz ki,

“yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak”***

Ve ağlamaklı olurum her haziran, düşündükçe göçüp giden, geçip giden güzellikleri; gördükçe çiçeklerin kanayışını bahar bahar, güllerin kırılışını dal dal… Gürleyip coşan gökyüzü gibi; kararıp kalan, durmadan çağlayan göğüm gibi…

“evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cıgaram”**

Oysa ne çok isterdim; yalnızca sevgiyi söylesin diller, sevgice şakısın bülbüller, sevdayı yazsın kalemler… Kirlenmemiş bir yeşile kessin, gelişip serpilip çiçeklensin bahar; kanamasın güller zamansız düşüp toprağa, yaşanmasın acılar…

Oysa,
“yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına”***

Sonsuz değildir yaşam, bilirim; ama isterim ki ölenler, gülümseyerek ölsün, “güneşe gömülsünler”… Ve Cahit Sıtkı’nın dizelerindeki gibi bir memleket, “gök mavi, dal yeşil” ışısın doğudan batıya…

“yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
olursa bir şikayet ölümden olsun,” diyebilmek sonra…

Ama,
ah işte haziran
yaram haziran
bu devran başka devran nazım ustam
başka haziran
arif ahmed
kemal orhan
ah, nazım ustam

Başka bu haziran; bir uçtan diğerine Anadolu’mdur yalım yalım kavrulan, hoyrat ellerde savrulan; ama kim bilir kaçıncı kez küllerinden de umut yeşertmeye çalışan, yılmayan, yorulmayan… Oysa, “türkü tadında” yaşamayı haketmiyor mu bu güzel ülke, bunca güzel insan?

İsterdim ki aklım, tükenmeyen sorgularla boğuşmasın böyle acımasızca, kanatırcasına:

“yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?”***

Ve isterdim ki kanamasın yüreğimde mavi gözlerden süzülen sürgün ışığı, dizelerle:
“kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar”***

Bir haziran daha geldi, gülün renginde kanayarak. Sevda üstüne yazmadıysam dolu dolu; yoğrulduysam kederle zamansız ölümlerde, gülmediysem ağız dolusu;

“tekinsizim size göre
ibret için yakılması gereken”*
Ve biz, bizim kuşak; biz, hepimiz;
“aşktı görmedik bilmedikse
kimbilir hangi eylül bir daha
hangi uzak haziran”****

Ve ustalarım; Orhan Kemal, Ahmed Arif , Nazım ustam… ve adı yazılmamış, not düşülmemiş cümle ozanlar… “Bir daha hangi ana doğurur” ** sizi, bizi hangi ana?..

Ah haziran! Yaram haziran!
“nasıl da yılları buldu,
bir mısra boyu maceram...”**

Ve sıra kimde?.. Kim bilir, ne zaman?..

a.y.
*Metin Altıok
**Ahmed Arif
***Hasan Hüseyin
****Necati Cumalı














Hiç yorum yok: