12 Eylül 2009 Cumartesi

EYLÜL MEKTUBU

AYŞE YAMAÇ

...............
o sevdalar yandı, aaah!
gözyaşlarıyla yıkandı
kirli sabahlar
...................


EYLÜL MEKTUBU

Yüreğimde binlerce kuşun kanat çırpınışlarıyla gelmiştim sana. Ellerimde, yediverenlerin yedi rengi, yedi kokusu; bedenimde tüm denizlerden derlediğim tatlı esinti; dilimde, bülbüllerden öğrendiğim nağmeler vardı. Ellerini uzatıp beni kucakladığında, yedi rengim parlamış, tüm bedenim bahara kesmiş, dallarımda cıvıldaşır olmuştu sevda kuşları. Bedenimdeki tatlı esinti, sevdanın fırtınasına dönüşmüş, ikimizi de alıp çıkarmıştı bulutlar ülkesine. O an, ne savaş, ne insan hakları, ne suskunluğumuz, ne de ezilmişliğimiz aklımdaydı. Yalnız sen vardın, yalnız biz vardık, yalnız sevdamız vardı. Dünya, tüm çirkinliklerinden arınmış, sevdamızı kutsuyordu sanki. Güneş, sevgi sevgi parlıyor, rüzgar, sevgi sevgi esiyordu. Tüm yüzlerde, sevgimizin balkıdığını görüyor, daha bir sıkı sarılıyorduk sevdamıza. Aşk şarkılarından başka şarkı, Annabelle’den başka şiir duymuyordu kulaklarımız.


Birkaç ay mı sürmüştü yalnızca, bu mutlu günler? Yoksa biz, zaman kavramını mı yitirmiş, çok uzun süre yaşadığımız bu sevginin, bekleyişin sıkıntısıyla acılarla bezenmesini izlerken, çok çabuk bittiğini mi düşünmüştük, hala anlamış değilim. Tek anımsadığım, Orhan Veli’nin o ünlü dizelerini, Anlatamıyorum’u okurken, sık sık ağladığım.

O dizeler, hala ağlatır beni, biliyor musun?

“Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?
..............”


Evet, dizelere sığınmıştım, o uzun, korku dolu gecelerin bekleyişinde. Eylül’ün o karanlık gecelerinin birinde, kapımızın çalınıp yaka paça götürülmenin ertesinde. Günlerce karakolları dolaştığım, bir haber, tek bir iz aradığım, yüzünü bir kez olsun görmeyi dilediğim o korkunç bekleyişlerde.


Ağlıyordum, ama kimse duymuyordu sesimi. Sanki herkes, iz bırakmadan yok oluvermiş, buharlaşıp uçuvermişti. Çaldığım tüm kapılar ya açılmıyor, ya da korkulu bir bakışla hemen kapatılıveriyordu yüzüme. Değil mısralarıma, çığlıklarıma bile sağırlaşmıştı yürekler.


O günlerin birinde öğrendim yaşadığını. Yeniden canlanıvermişken renkler, güneş açıvermişken yeniden, yüreğimdeki yaraların kanaması duruvermişken, asılacağını öğrenivermiştim birdenbire. Üstelik, bu haberi veren gardiyan, mutlu bir olayı duyurur gibi gülümsemişti. Belki de gülümsemesi, duyduğum sözlerin anlamını ilk anda kavramama engel olmuştu. Revirde gözlerimi açtığımda, bir sinir krizi geçirdiğimi söylemişler, sonra da bir suskunluğa gömülmüştüm işte. Bu yüzden, seni son kez görme şansımı da yitirdiğimi, asıldığını gazetelerden öğrendiğimde anlamıştım.


Nasıl da yakışıklıydı fotoğraftaki yüzün! Sanki, hiç yanımdan ayrılmamışsın, hiç o acıları yaşamamışsın gibiydi. Yalnızca, tıraş olmamıştın. Sahi, neden olmamıştın ki? Tıraş takımın mı yoktu, yoksa izin mi vermemişlerdi traş olmana?


Suçunun ne olabileceğini düşündüm aylarca. İnsanları sevmen, insanca yaşamalarını istemen, ülken için çalışman, aydınlık bir beyin ve yüreğe sahip olman dışında, hiç bir suç bulamadım. Sen, kendinde bulabilmiş miydin?


Yaşayamam sanıyordum, ama senden sonra da yaşadım. Savunduğun değerler uğruna, bıraktığın yerden sürdürmek istedim. Bana güldüler, biliyor musun? “Kelaynak kuşu, türünün son örneği” “ya da “dinozor” dediler, özellikle duyurmak için yüksek sesle.


Savunduğumuz değerler, birer birer unutuldu, unutturuldu. Dünyayı, savaşlar kana boyamayı sürdürüyor, izliyoruz; hem de çekirdek çitleyerek. Nurlu Ufuklar’ın “N”si düştü. Gelen gün, dünü aratır oldu.


Sana anlattığım, olumsuzlukların yalnızca küçük bir bölümü üstelik. Bir gözümü kör, bir kulağımı sağır ettim artık.


Şimdi, sonbahar bozkırları gibi kurudu yüreğim. Hiç bir sevgi yeşertemez artık, bilirim. Baharı ve yazı çoktan tükettim. Kışa hazırlanan bir sonbahar bozkırı yüreğim.


Bekle beni, olur mu? Son mevsimimle geleceğim sana. Yüreğimde, kardelenlerden bir demet, bedenimde son mevsimin esintisi olacak. Bir de sana, yeni açmış badem çiçekleri üzerine yağan kar tanelerini getireceğim; yaşamının ilkyazında gitmen anısına.


Üşümezsin, değil mi?

2 yorum:

Şengül KESLER dedi ki...

"Savunduğun değerler uğruna, bıraktığın yerden sürdürmek istedim. Bana güldüler, biliyor musun? “Kelaynak kuşu, türünün son örneği” “ya da “dinozor” dediler, özellikle duyurmak için yüksek sesle." İnanın unutulan değerleri unutmayıp sürdürüyor olan hepimize gülmekteler.Yüreğinize sağlık.
Şengül KESLER

Adsız dedi ki...

teşekkürler şengül hanım. değersizliğe düşmektense bırakın gülsünler!
sevgiyle.
ayşe yamaç