23 Ağustos 2008 Cumartesi

Çile

.................

Yaşama sevincimi

Karanlık odalar aldı

Çocuksu gülüşlerim

Gözyaşlarımda yandı

.....................

ÇİLE

Bu, kaçıncı duvar? Kaçıncı karanlık odalar, iç içe geçmiş?...Çileye mi girmem gerekiyormuş? Karanlık bir odada, üç gün üç gece mi? Ben, zaten karanlık odalardayım; yıllar yılı...

Haaa! Anladım. Bu, kırkıncı oda olmalı. Bu oda, korur mu beni dayaktan? Kocamdan...Kaynanamdan... Kocamın oynaşlarından?...

En çok, kocamdan korusun istiyorum. Ayakkabısının ucu demirli. Vurunca, ya kemiklerim kırılıyor, ya da böğrüm çürüyor, ağrıyor.. Günlerce, eğilip doğrulamıyorum. Üstüme üstüme geliyor, bakın! Gözlerinden korkuyorum... Gözler... Nefretle, şiddetle bakan kanlı gözler... Bir çift kan... Bir çift göz... Karasını bile, kızıllık bürümüş... Korkularımın kızıllığı... Giremez!.. Giremeeez!...Bu odaya giremez, değil mi?

-Kağıt yiyor, kendi kendine konuşuyor,delirdi, demişti kocam, hocaya.

Kağıt, ekmekten daha tatlı!... Nasıl anlatsam bunu, elleriyle uzun, beyaz sakalını sıvazlayarak durmadan dudaklarını açıp kapatan hocaya?... Kağıt, gerçekleşmeyen umutlarımın simgesi... Bambaşka bir dünyanın...Okuma, öğretmen olma hayallerimin...

Sahi, okuyabilseydim, böyle karanlık odalara kapatılmazdım, değil mi? Dayak da yemezdim, kocamdan, kaynanamdan... Oynaşları da olmazdı o zaman, beni korkutan, aşağılayan...

Şimdi, gidecek yerim olmadığı için mi bunca çile? “Gelinlikle girdin, kefenle çıkarsın!”dedikleri için mi? İyi de ben gelinlik giymemiştim ki!... Kaçmıştım. Daha doğrusu, kaçırılmıştım... Silah zoruyla hem de... O zaman mı başlamıştı yoksa çilem? Namlunun ucunda mıydı duvarların temelleri?... Karanlık duvarların...

Ekmeği nasıl yemeli, bilmem ki!...Hep, kan doğradılar içine!... Hep kan...Kanlı gözler, her dilimde...Dilimi kanatan...Kanımı donduran...Ama, kağıtlar temiz...Mürekkep kokan... Umutlarımı, düşlerimi taşıyan...Kanlanmayan... Yaralamayan...Korkutmayan...

-Cin çarpmış bunu, demişti hoca. Üç gün, üç gece, karanlık bir odada çileye girecek.Kuru ekmek ve sudan başka yiyecek verilmeyecek. Tuvalete bile çıkmayacak. Odasına, bir hacet kutusu koyarsınız. Bir kişi de hizmetlerini görmeli... Aynı kişi...Başka, kimseyle görüşmeyecek...

İçimden gülmek geldi, gülemedim.Gülümsemem, dondu dudaklarımda... Gülmeyi unutmuşum da...

Cin, beni niye çarpsın ki? Hem, nasıl çarpar? Yanımdaki gözlerden fışkıran kızıllıktan, daha mı keskin öfkesi? Cinlerin de cinsiyetleri var mıdır? Kız doğurdukları zaman, dayak yerler mi onlar da? Onların da koyunları var mıdır? Hastane yerine, koyun ağılında yaparlar mı doğumlarını? Sancı çekerken, bağırmalarına bile izin vermezler mi, evde konuk var, diye?

Onların da oynaşları var mıdır? Onlar geldiğinde, eşlerini öbür odaya yollarlar mı? Soğuk ve karanlık odaya... Gitmek istemezlerse, çarparlar mı?

Cinlerin eşleri nasıldır acaba? Onların da kendisi gibi, bir omuzdan diğerine ince belikleri var mıdır? Kaynanaları kızdığında, tutar beliklerden de koparır mı gönlünün istediğince? Gelinlerinin çocuklarını da sahiplenirler, “ana”dedirtmezler mi analarına?...Çocuklarını kucaklatmazlar mı? Öpüp koklatmazlar mı doyuncaya kadar?

Yufka ekmek yaparlar mı onlar da? Ekmek yırtılınca, oklavayla kırarlar mı gelinlerinin parmaklarını ?

Onların da karanlık odaları var mıdır; yaşama sevinçlerini tümüyle ellerinden alan?...Bir kilim tezgahının arkasında hapsedilmişler midir yıllar yılı, gün ışığına hasret? Onlar da dokumuşlar mıdır acılarını, tezgahtaki kilimlere nakış nakış?... Gözyaşlarının resmini çizmişler midir?...

Yeni bir fistan giydiklerinde, “kimde gözün var!”diye, kesilmiş midir giysileriyle birlikte umutları?

Onların da kışı var mıdır? Soba tutuşmadığında, odunları sırtlarında kırarlar mı eşleri? Odunlarla yanmış mıdır yaşama sevinçleri, umutları, düşleri?...

Ölümü özlemişler midir, benim gibi?...

Cin olmak da kadın olmak kadar zor mudur?

-Döne, dışarı çıkar mısın? Çişim geldi.

SON

(Yaşamı Kırk Beş Geçe)

Hiç yorum yok: