23 Ağustos 2008 Cumartesi

Sokaklar Düş Yangını

SOKAKLAR DÜŞ YANGINI
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mehmet GÜLER

Ayşe Çekiç Yamaç, çocuk ve gençlik yazını alanında hızla yükselen yazarlarımızdan birisi.

"Hızla yükselmek" deyimi birtakım olumsuzlukları, yapaylıkları, kendi öz gücüne dayanmayan itişleri, çekişleri, hormonlanışları içerebilir…

"Hızlı yükselmek" kalıbını o anlamda kullanmıyorum. A. Ç. Yamaç'ın yükselişi yapaylıklardan uzak. Her şey kendi emeğiyle, öz gücüyle ilintili. Yakından tanıdığım için biliyorum; gece/gündüz okuyarak, yazarak, tartışarak, eleştirerek, panel ve söyleşi ortamlarına girerek, herkesten önce kendini eleştiri süzgecinden geçirerek, her şeyin en iyisini ben yaptım havalarına girmeyerek, yazınsal yaşama sonuna dek asılarak, kendi kendini sürekli yenilemesini, aşmasını bilerek başarıyor bu yükselişini.

Başarı grafiğini başkalarının destek ve torpiline odaklamadığı gibi, kaba bir çalışkanlığa ve inatlaşmaya da dayandırmıyor. O, "hızla yükselirken" bir umudun, direncin, eleştirinin, iyimserliğin ortamında kendi kendini var etmesini biliyor…

Doğrusu az şey değil bunlar…

SOKAKLAR DÜŞ YANGINI(1)
Pek çok yazar sokakları, tinercileri, balicileri anlatmıştır. Ama bunu ilk gençlik çağındaki çocuklara çok az yazar anlatmıştır. Her şeyden önce sevimli bir konu değildir bu. Pek çok hassasiyetleri vardır. Hatta yazar iç için handikaplarla, tehlikelerle doludur.

Tinerci çocukları yazmanın handikabı, tehlikesi de nerede, diye bir soru aklımıza gelebilir.

Rakamlara vurulduğunda, İstanbul'da 2.200, Türkiye genelinde 500 bin sokak çocuğunun olduğun biliyoruz. Bu rakam insani açıdan çok yüksek, edebiyatın Pazar alanı açısından düşük bir rakamdır. Yazdığınız kitabı bu beş yüz bin insanın okumayacağını düşünürseniz, Pazar alanı iyice daralır. İşte size bir handikap. Onları yazmakla bir anlamda boşluğa taş atmış gibi oluyorsunuz. İşin güç ve zor yanı, bu alanı şaşmadan, yanılmadan, kırılmadan doğru anlatmaktır. Her türlü belalarla, kötülüklerle dolu bir alanı anlatmak zordur. O kesime tam olarak ulaşamazsınız. Bu çocuklar arasında ne kadar gözlem yapsanız da çoğu şeyi yine düşüncelerimize, duygularımıza havale etmek zorunda kalırsınız. Belleğimiz ve duygularımız her an yanıltabilir bizi. Gerçekler istemeden gölgelenebilir, çarpıtılabilir.

Evet, tinerci çocukların dünyası tehlikelerle dolu kapalı bir kutudur. Alanın doktorları bile gerçekleri bire bir öğrenmekte çok zorlanırlar. Ayrıca toplum/okur böyle bir alanla kolay kolay yüzleşmek istemez. Yazar olarak bu kesimi doğru anlatabilmek için onların ekonomik-sosyolojik-psikolojik sorunlarını doğru bilmeniz gerekir. Bunu başarabilmek için çocukların aileleri arasında da yaşamanız gerekebilir.

Kapalı bir kutuya dönüşen bu dünyada sorunlar etik, estetik ve eğitsel açıdan kördüğüm olduğu için bu dünyanın gizini her yazar çözemez. Kısacası, yazarın durumu, bembeyaz bahriyeli giysileriyle kömür ocaklarına dalmak gibidir. Kara, kirli ortamı anlatırken kendinizi, kaleminizi başlarda olduğu gibi apak tutamayabilirsiniz. Kendinizi de kaleminizi de türlü nedenlerle karartıp kirletebilirsiniz…

A. Ç. Yamaç, daha önceki gençlik romanlarında da sosyal içeriklerle dolu, en zor, en çetin(Irak savaşı, baba oğul yabancılaşması) konuyu seçmiştir(Düşlerin Ötesi, Bu Yayınevi, 2006).

"Sokaklar Düş Yangını" adlı son romanında daha acımasız, daha katı, daha çok kanayan bir yaraya parmak basıyor yazarımız. Daha doğrusu kolunu sıvayıp dirseğine kadar kor ateşin içine daldırıyor. Bu yangınla pişe pişe, gerçeklerin kirli, acımasız, sevgisiz yüzüyle okurlarını tanıştırmaktan korkmuyor. Okurunu tutup sarsıyor, silkeliyor, gerçeklerle yüzleştiriyor. İçinizin bir yanını sürekli kanamaya açık tutuyor.

Pembe düşler peşinde koşan okurların A. Ç. Yamaç kolay kolay okuyacaklarını sanmıyorum. Ama anlatımdaki dil tadına, kocaman bir yürek sıcaklığına tanık olduktan sonra ellerinden bırakamayacaklarını da düşünerek…

Romanın kahramanı Özgür, ayrılmak zorunda kalan anne babanın mutsuz, sevgisiz çocukları. Daha doğrusu sevilmediğini sanan, bu sevgiyi sokaklarda arayan çocuklardan birisi.

Sokaklar, tıpkı horoz şekeri gibi ona bir süre yalancı mutluluk verir. Yaladıkça altındaki oduna, sert dokuya çabuk ulaşır. Onları bu sert, keskin, yaralayıcı dokudan kurtaracak olan yine tiner(mazot), bali(bal) olacaktır. Onları çektikçe "uçacaklar", acılarını göreceli de olsa unutacaklardır.

Özgür, arkadaşları tarafından aşağılandıkça, adam yerine konma duygusu, başardıkça, çete reisi olma arzusu kamçılanır. Her iki durumda da içinde yaşadığı hayatla daha da bütünleşir. Kirli, zor, acımasız yaşamın mengenesi her gün biraz daha sıkar onu: "…Bakışlarını karanlığa dikiyor. Ağzındaki sigara sönmeden sızıp kalıyor. Ağzından düşen sigara omzuna yapışıyor Tişörtünü delip tenini yakmaya başlıyor. Uykusunu bölmemden, yanan sigarayı bir eliyle iteliyor. Parmağını ağzında ıslatıp yanan yere sürüyor. Olduğu yerde yan dönüyor. Gecenin nemini çimlerle birlikte emen bedeninin sızılarını da duymadan uykusunu sürdürüyor(s.128).

Özgür, birkaç kez hastaneye yatırılıp rehabilite edilmek istenmesine karşın oralardan da kaçar. Bu yaşamdan kurtulmak için zaman zaman çaba gösterse de tutarlı bir irade ortaya koyamaz. Godoş adlı birinin yatağına düşmesi onu tümden yaralar, kahreder. Bu kez intikam alma duygusu diri tutacaktır onu kirli hayatın içinde..

Özgür, yaşamın katı, acımasız yüzü tarafından sürekli ezilirken, köleleştirilirken, düşlerine tutunmayı ihmal etmez. Düşlerinin öznesi, bir dönem babasıyla birlikte kırlarda uçurduğu uçurtmasıdır: "Şu en parlak yıldız uçurtmam olsun. Diğerleri de onun kuyruğu…Ben de uçurtmamın üzerinde… Gökyüzünün sonsuzluğunu dolaşıyoruz… Her yer yıldız ışıltısı…Kavga olmasın… Bıçaklar da zincirler de… Kimse beni ezmeye çalışmasın…(s. 123)

Romanı okurken yer yer duygulanıyor, öfkeleniyor, ağlıyor, seviniyor, umutlanıyor, düşler dünyasının içinde yüzüyoruz.

"Sokaklar Düş Yangını", yürekli bir yapıt. Gerçekçi edebiyatın işlevi yürekli ve doğal olmak değil mi? Gerçeklerin üstüne bu denli gidebilmek doğrusu her yazarın harcı değil. Bu anlamda A.Ç. Yamaç'ın önünde şapka çıkarmaya değer…


ÜÇ KAHRAMAN
"Sokaklar Düş Yangını"yla Ayşe Çekiç Yamaç yazarlık çıtasını daha bir yükseltiyor.

Yazar, deyim yerindeyse romanını gerçek anlamda sokağa çıkartıyor. Sadece çıkartmakla da kalmıyor, onu ayaza, soğuğa, ölüme, açlığa bırakıyor. Her türlü zorlukla, tehlikeyle, kirlilikle sınıyor. Bir başka deyişle, sokakların en kirli, en belalı, en dip noktalarının romanını yazarak farklı, zor bir yapıt ortaya koyuyor. Şükran Kurdakul'un bir dizesinde dediği gibi, bunca zorluklardan, yangınlardan "Ellerini kirletmeden geçmesini" de biliyor…

Bize göre bu romanda anladığımız klasik anlamların dışında başka kahramanlar da var. Kuşku yok ki baş kahraman, romanın içindeki Özgür adlı çocuk. Aile ortamında itildiği, sevgisizlikler yaşadığı için kendini sokağa atan çocuğu baş kahraman saymak zorundayız. Özgür, evden çıktıktan sonra adı gibi özgür olmak istiyor. Mutluluğu tinerciler, baliciler arasında arıyor. Bir anlamda buluyor da. Yanıltıcı, yapay bir cennet yaşıyor bir süre. Yaşamın acımasız eli bir kez tırnaklarını geçirince, Özgür'ü içine alıp burgacında yemeye, eritmeye, yok etmeye başlıyor. Onun körpe bedeni, körpe ruhu aç kurtlar için iyi bir av olmaya başlıyor. Yiyenlerin haz aldığı, yenilenlerin giderek bağımlılık kazandığı bir dünya kurulmaya başlıyor…

Bu acımasız sokakların ikinci kahramanı bana göre romanın kendisi. O yaştaki çocuklara pembe düşler, renkli rüyalar gördürmek, romanı birtakım risklere atmaktan kurtarmak varken, Ayşe Çekiç Yamaç bunu yapmıyor. İnadına en kirli, en zor, en belalı yaşamın içine sürüyor romanını. En keskin bıçağın ağzında dolaştırıyor, mayınlı tarlalarda gezdiriyor. Romanını çok zor bir yaşam biçimiyle yüzleştirerek, anlatılması zor, tehlikeli, handikaplarla dolu bir ortama bilerek çekiyor. Roman bu zorluklarla biline bile pişiyor. Tıpkı birinci kahraman Özgür gibi çelikleniyor…

Bu romanın çevresinde üçüncü bir kahraman var ki o doğrudan yazarın kendisi. Edindiğimiz bilgiye göre, tam bir buçuk yıl tinercileri, balicileri, sokak çocuklarını gözlemiş Ayşe Çekiç Yamaç. Bu alandaki doktorlarla, terapi uzmanlarıyla konuşmuş. Sonra tüm bunları içselleştirmiş, annelik ve yazarlık duygularıyla besleyip varsıllaştırmış, oturup yazmış. İtiraf etmek gerekir ki bu bağlamda kahramanlıklardan bir tanesi, belki de en önemlisi doğrudan yazarın kendisine düşer. Tıpkı birinci kahramanımız Özgür, ikinci kahramanımız roman gibi…

SONUÇ
Doktorların hastanede kurtaramadıkları tiner, bali bağımlısı Özgür'ü teyzesinin çocuğu Kaya Ağabeyin sevgisi kurtarıyor en sonunda. Burasını abartılı bulmamak olanaksız. Sonuç itibarıyla, her tinerli çocuğu bir ağabeyin, ablanın sevgisi kurtarabilir yargısı çıkar ki bu da çok bireyci bir ileti olur roman için. Öyle de oluyor.

Romanda yer yer sarkmalar var. Özellikle uçurtmayla ilgili imgelerde görülüyor bu durum. Yazar, zaman zaman bir kişiye peşi peşine birden fazla konuşma imi kullanıyor. Ayrıca virgül, ünlem imini çok seviyor, gereğinden fazla kullanıyor. Yayınevinden kaynaklanan dizgi ve baskı yanlışları da bu kusura eklenebilir…
Tüm bunlara karşın, ayakları yerde duran, gerçekleri tüm çıplaklığıyla önümüz seren, okuru iki yakamızdan tutup sarsan bir roman bu. Kitabı okurken, Norveçli ressam Edvard Munch'un "Çığlık adlı tablosunu, ya da İtalyan sinemasının en iyi örneklerinden birisi olan, Antaonio Frazzi'nin suça itelen çocukları anlatan "Certi Bambini" adlı filmini anımsamamak olmuyor. Dilerim bir gün de Ayşe Çekiç yamaç'ın "Sokaklar Düşler Yangını" romanı filme alınır. Neden olmasın…

-------------------

(1): Sokaklar Düş Yangını, Bu Yayınevi, Gençlik romanı, 2007, 250 sayfa)

Cumhuriyet Kitap- 8 Mayıs 2008

Hiç yorum yok: