22.08.2006
Bugün usumdan güne, öyküler, şiirler düştü. Kimi zaman Çukurova’nın Adile Ninesi oldum; kimi zaman Yalvaç’ın Hacı Bektaş’a yazılan barış dizeleri... Duras’ın yazmak eyleminde konakladım uzun uzun. Yazarın bilinçli yalnızlığını soludum, onun sözcüklerinde. Sonra da sözcük olup çağlayıverdi belleğimde demlenenler... Öyküye durdum, şiire durdum, günlüğe durdum...
Yazmak deyince, her zamanki gibi, bir çarpıntıdır başladı içimde. Klavyeye giden parmaklarım, kuş kanadı hafifliğinde... Sözükler, uçmayı yeni öğrenen yavrular gibi... Düşe kalka dizelendiler. Yüreğimden taşanların ancak bir bölümü, çok kısa bir bölümü, sözcüğe dönüşebildi. Kalanı, kimbilir ne zaman?...
Gün ikindiyi vurdu. Bir gün daha akşam olmakta. Ne istediğimce yazabildim, ne de bitirebildim okumalarımı.. Gün, neden yetmiyor bana? Mevsim güze döndüğünden, son anların yıldırım hızıyla geçtiğinden mi?
Çağından utanan öyküler, masallar yazmak istiyorum. Gün uzamalı... Saatler, eklenmeli birbirine... Yorulmayı da bilmemeliyim, uyumayı da... Daha, oyunum da tamamlanmadı.
Hoşgeldin coşkum, hoşgeldin! Yetmeyen zamanlara da zaman ekleyip getirseydin ya!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder