23 Ağustos 2008 Cumartesi

Çocuk yazınında yeni konular

ÇOCUK EDEBİYATINDA YENİ YÖNELİMLER, YENİ KONULAR

Prof. Dr. Ahmet İnam’ın sözleriyle başmak istiyorum:

“Çocuk, yeniyi görendir. Baştadır, başlangıçtadır. Dünyayı, henüz gelenekten gelen kalıplarla görmekten uzaktır. Şaşar, şaşırır, hayran olur. Ondan öğreneceğimiz çok şey vardır. Biz henüz çocuklardan, kadınlardan, ezik insanlardan, zulme uğramış azınlıklardan, sesi çıkmayan, yaşam biçimi bizlerden çok farklı insanlardan öğrenmemiz gerekeni öğrenmedik. Bunların içine “akıl hastası” olarak tanımlanmış bir bölük insanın yaşama bakışlarını da katmak gerek. Çoksesli düşünmeyi öğrenmek, farklı gözlerin gördüğü dünyalardan anlamlar devşirmeyi başarmak gerek.”

Cumhuriyet Bilim Teknik, 23 Şubat 2007

Ahmet İnam’ın sözlerine ekleyecek birkaç cümlem de benim var:

Biz henüz engelli çocuklardan, şiddete uğramış çocuklardan, sokak çocuklarından, varoş çocuklarından; bilgisayarla ya da teknolojinin diğer nimetleriyle henüz tanışmamış Anadolu’nun uzak köylerindeki ve kentlerindeki çocuklardan da öğrenmemiz gerekenleri öğrenmedik. Onları yok saydık, ya da görmezden geldik. Belki de çocuk edebiyatını İstanbul’la sınırladık. Sandık ki, İstanbul’u tanıyan, Anadolu’yu da tanır. Çünkü İstanbul, Anadolu’nun aynasıdır. Değildi oysa. Avrupa’daki Türk işçilerine bakıp Türkiye hakkında bir yargıya varmaktan ne farkı vardı bu tutumun?

Oysa Anadolu, zenginlikti-yoksulluktu. Cahillikti-bilgelikti. Bir yandan masalların mitlerin beşiği; bir yandan doğmanın, kör inancın tutsağıydı. Bir lokma ekmeğin bölüşüldüğü yerdi; bir hiç uğruna silahların konuşabildiği yerdi Anadolu. Yeni açmış bir çiçeğe türkülerin yakıldığı; yüzlerce hektarın da bir günde yakıldığı yerdi Anadolu. Güzelliklerle çirkinliklerin harmanlandığı, gelenekle gelecek arasındaki çelişkiydi Anadolu. Edebiyatın özü de çelişkilerden doğmaz mı?

Ülkemizde, son yıllarda çocuk yazınında önemli gelişmeler olduğunu söylüyor uzmanlar. Son zamanlardaki çocuk kitapları, genellikle orta halli kent çocuğunu ele alır. O çocukların yemek yeme, daha doğrusu yememe sorunları, mızmızlıkları, yalnızlıkları, düşleri, iç dünyaları… Her yazarın anlatım biçimi farklı olsa da , aynı konular, çocuk edebiyatında tektipleşmeyi de beraberinde getireceği korkusunu taşıdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Avrupa’da sorun odaklı çocuk edebiyatı üzerine yazılmış sayısız kitap varken, bizdekiler parmakla gösterilecek kadar az; ya da yok. HHSO, buna bir örnek olabilir belki. Ayrıca, derneğimizin başlattığı Teğet Yaşamlar, adlı engellilere yönelik derleme, bir başka örnek olsa da bu kadarı yeterli mi sizce?

Anne baba uyumsuzluklarının, geçimsizliklerinin, hatta boşanmaların çocuğun iç dünyasına yansımaları da işlenmeli; ama sonuçlarıyla… Örneğin, görmezden geldiğimiz sokak çocukları gibi… Ayrıca, toplumun her kesiminden, her gelir düzeyinden çocukların dünyası, kitapların konusu olabilmelidir. Yurtdışına giden ailelerin çocuklarının uyum sorunları, okuma yazma bilmeyen çocukların, ülkemizde hala var olduğu gerçeği; özellikle Doğu’da kız çocukların yüzde otuzunun okuma yazma bilmediği de göz önüne alındığında, bu konu daha da önem kazanmıyor mu? Bu çocuklar, bizim çocuklarımız değil mi? Onları yok mu sayacağız?

Yalnız ülkemizde de değil üstelik. Yerelden evrensele ulaşmak istiyorsak, dünyanın diğer ülkelerindeki çocukların yaşam biçimleri ve sorunları hakkında da bilgi sahibi olmamız gerekmiyor mu? Bu konuda, 14 Aralık 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden aldığım birkaç haberi, sizinle paylaşmak istiyorum:

30 ülkede, 8-18 yaş arası 300 bin çocuk asker cephelerde savaştırılıyor.

1.2 Milyon kaçak çocuk işçi, iş güvenliği vadiyle kandırılarak, ağır işlerde çalıştırılıyor.

2 Milyon çocuk, seks ticaretinde. Bu çocukların bir milyonu, Güneydoğu Asya’da.

2004 rakamlarına göre, yaşları 5-14 arasında 218 milyon çocuk işçi var dünyada.

Evet, rakamlar çok korkunç, değil mi?

Dünya bir savaş çılgınlığının esiriyken ve savaş tamtamları da çok yakınımızda çalarken, yani toplumsal cinnetin eşiğindeki sorunlar da çocuk kitaplarının konusu olabilmelidir; ilkokul sıralarında çeteler kurup arkadaşlarından haraç toplama noktasına gelen çocuklar da… Farklı olana öcü gözüyle bakmamız ve silahla cezalandırmamızın olağan olmadığı da, yani hoşgörü, sevgi ve barış da çocuk kitaplarının ana konusu olmalıdır; içinde bulunduğumuz doğal ve toplumsal çevreye saygı da…

Burada gözden kaçırmamamız gereken en önemli nokta, çocuğa göreliktir. Hangi yaş gurubuna yönelik yazıyorsak, o yaş gurubunun özelliklerini de dikkate alarak yazmalıyız. Öğretici olmaya kalkmadan… Çünkü, çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz olduğunu düşünüyorum.

ÇOCUK VE YARATICILIK

Çocuk, hangi yaşta olursa olsun, bir bireydir. Yalnızca, algısı, yorumlaması, ilgi ve gereksinimleri bir yetişkinden farklıdır. Bunlar da yaş gruplarına göre değişir.

Çocuk, bir takım bilgileri depolayacağımız, ona durmadan bir şeyler öğreteceğimiz, onun yerine karar verebileceğimiz bir varlık değildir. Ona önemli olduğunu duyumsatabilecek kişi ve araç gereçlere gereksinim duyar.

Çocuk eşittir oyun

Bence çocukluk, doğuştan başlayarak ergenlik dönemine dek olan bir süreyi içermektedir. Bedensel ve ruhsal gelişimin tamamlanmadığı dönemdir. Ergenlik yaşının gittikçe düştüğünü bilsek de bu sınır şimdilik 11 olarak kabul edilmektedir. 11-14 ilk gençlik, 14-25 gençlik dönemidir.

Çocukluk demek; sınırsız hayal gücü, merak, eğlence ve oyun demektir. Çocuk, oyunla gerçek kimliğini bulur. Çocuk oyun içersinde iletişim becerisini savunmayı saldırmayı, paylaşmayı, dalaşmayı, uzlaşmayı, liderliği, mafya babalığını, teba olmayı, eşitliği, özgürlüğü, dayanışmayı v.s. öğreniyor. Çocuk yazınına düşense, onu bir okur olarak görüp, yaşama tanıklık yapmaktır.


Çocuklar kusursuz yaratıklar mıdır?

Kuşkusuz değildir. Onların da yaramazlıkları, kıskançlıkları, inatçılıkları vardır. Çocuğun bu özellikleri, yetiştiği ortamla azalır ya da çoğalır, ama bütünüyle yok edilmez.

Bu açıdan bakıldığında, çocuğu kutsallaştırmamak, onları kusursuz varlıklar olarak görmemek gerekir.


Aklımıza şöyle bir soru gelebilir:
Hep mi eğlence, oyun ya da serüven üzerine kurgulanmalı kitaplar?


Kuşkusuz, değil; ama çocuğu tanımayan, çocuğun özelliklerini göz önünde tutmayan bir yapıt çocuklara ulaşabilir mi?

Gerçeklikten hiç mi söz edilmeyecek?

Kuşkusuz edilecektir; ama burada sözü edilen kaba gerçeklik değildir. Çocuğa uygun bir dil ve estetikle yoğrulmuş metinlerle gerçeklik verilebilir. Kurgunun ne kadarının gerçek, ne kadarının uyarlanan gerçeklik olduğu, yazarın becerisine kalmıştır.

İster gerçek yaşam, ister fantastik ya da bilimkurgu türünde olsun; şiir, masal, öykü, ya da romanlarımızın temel izleği, çocuğa görelik olmalıdır.

Çocuk; edebiyatın nesnesi mi, öznesi mi olmalıdır?

Çoğunlukla nesnesi olmuştur; ama öznesi olması gerekmektedir.

Amaç çocuğa ulaşabilmek, dünyayı onun anlayacağı dille yorumlayabilmek; onun iç dünyasını yansıtabilmek; düşlerini, hayallerini, beklentilerini, merakını gidermekse; çocuğu nesne olarak görerek bunu başaramayız.

Yazarın konu seçimine, anlatımına, bakış açısına karışmak, ne denli doğrudur?

Özgürlükten çok sorumluluktur önemli olan.. Sorumluluklarımızı ne kadar taşırsak, özgürlük alanımızı da o kadar genişletiriz. Yani, hesap verebilir olmak önemlidir.


"Ben çocuğun ders alması gerekenleri yazıyorum. Benim hayatım ders alınacak bir hayat." diyen bir yazar düşünebilir misiniz?

Bu sözlerdeki iktidarı görüyoruz, değil mi? Dehşete kapılmamak olası değil. Yazar, bu denli özgür olmamalı.

Birinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerinki biter, diyen bir söz vardır. Yazar, kendini alabildiğine özgür duyumsuyor, diyelim. Peki, asıl okuyucu olan çocuk ve onun özgürlüğü ne olacak? Ona, düşüncelerini bütünüyle baskılamak, beklentilerini görmezden gelmek demek olmuyor mu? “Şunu yap, bunu yapma; cici çocuk ol; kötü alışkanlıklardan uzak dur!gibi söylemler için, kocaman bir kitap yazmaya gerek yok ki! Bunu doğrudan söylersiniz, olur biter!

Edebiyat, bu söylemlerden çok farklı bir alandır. Düşünce ve duygularımızın estetikle yoğrulduğu, sözcükler aracılığıyla okuyucuya iletilen bir sanattır. Yetişkinler için yazarken onlara öğüt verme gereği duymuyoruz da çocuklar için yazarken neden bunu yapma gereği duyuyoruz? Bu, çocuk okuyucuyu önemsememek demek olmuyor mu?

Çocuğu seçeneksiz bırakmada, çocuk kitaplarının da rolü var mıdır?

Çocuk kitapları, yayıncılar açısından bakıldığında, büyük bir pazardır. Bu yüzden de pek çok niteliksiz kitap, kitapçı raflarında yerini almıştır. Bunlar, ya didaktik, ya da çocuğu totaliter bir düşünceye (Bu, din eksenli de olabilir) yönlendirmek amacıyla yazılmış kitaplardır ve ederi de çok düşüktür. Yani, çocuklar bu kitaplara kolayca ulaşabilirler.

Asıl sorun da bu noktadan başlar. Kötü örnekler, çocuğu kitaptan soğutur. Onun eğlenmesine, merakını gidermesine yardımcı olmadığı gibi, onu yanlış da yönlendirir. Böylece, tep tip düşünen, seçeneksiz çocuklar yaratılmış olur.

Çocuk Kitaplarında Fantastik Ögelerin Kullanılması

Şimdi de, çocuk kitaplarında fantastik ögelerin kullanılması ve bunun önemi üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Fantastik sözcüğü, inanılması olası olmayandır, bildiğiniz gibi. Yani, düş evrenin dolaşmak, okuyucuyu dolaştırmaktır asıl olan. Bunu yaparken, gerçeklikten bütünüyle kopmak mı gerekir; hayır!

Çocukların düş gücünün ne denli geniş olduğunu hepimiz biliriz. En basitinden, oyuncak kahve fincanlarında, bize kahve sunar küçük kızımız; ya da oyuncak kamyonuna bizi de bindirip, gökyüzü yolculuğa çıkartır oğlumuz.

Öyleyse, çocukların düş gücünü biraz daha genişletecek fantastik kitapların ne zararı var? Gerçeklerin mi düşten, düşlerin mi gerçeklikten beslendiğini bir düşünün isterseniz. Üstelik, fantastik ögeler, bir kitap için yalnızca bir araçtır. Önemli olan, o aracı ne amaçla ve nasıl kullandığınızdır.

Anadolu kültürümüz, bu açıdan, bize sayısız olanaklar sunar. Antik söylenceler, masallar, mitlerle dolu bir geçmişimiz vardır. Bunlardan parçalar alıp fantastik bir eserde kullanmak, hem yerel kültürümüzü canlı tutmamızı sağlar, hem de evrensele ulaşmamızı. Yalnız, burada bir parantez açmak istiyorum.

Bizim masallarımız çoğunluğu, ne yazık ki şiddet yüklü masallardır. Yalnız bizimkiler mi? Batı dünyasında da bu tür masallara çokça rastlanır; örneğin Grimm Masalları… Bu masallar, büyükler için yazılmıştır. Şimdi, çocuklara okutulması onaylanacak bir davranış değildir.

İster yerli olsun, ister yabancı; masalların çoğu, erkek egemen düşünceyi yansıtmıştır. Kadın, kazanılması gereken bir ödül olarak sunulmuştur. Örneğin, “Yüz yıl Uyuyan Prenses”. Ya da uslu uslu beklemesi, kendisini bir prensin kurtaracağı öğütlenmiştir. ( Külkedisi). Kadın cadıdır, kadın peridir, kadın devdir.

Bu yüzden, çocukların ruh sağlığını olumsuz etkileyecek tüm kitapların, çocuklardan uzak tutulması gerektiğini düşünüyorum.

Masallar, çocuğun hayal dünyasının gelişmesinde, vazgeçilmez ürünlerdir. Yalnız, çağdaş masallar üretilmesi gerekir.

SON OLARAK:

Yakın çevremizden başlayarak, tüm ülkeyi, giderek tüm dünyayı kucaklayan kitaplar yazmalıyız ki, çağı, çağın çocuklarını yakalayabilelim; toplumsal yaşama tanıklık yapabilelim.

Engelli, şiddet uygulayan ve şiddet gören, sokakta yaşayan, zor koşullarda yaşayıp çalışmak zorunda kalan, mafya örgütlerinin maşası olarak kapkaçta kullanılan, uzak köy ve kentlerde her türlü teknolojik olanaktan yoksun yaşayan çocuklarımızı görmezsek, asıl ayrımcılığı o zaman yapmış olmaz mıyız?

Onlarla ilgili yazacağımız kitapları, belki de o çocuklarımız okumayacak, okuyamayacak. Ama o kitabı okuyan çocuklarımızda, bu konularda bir duyarlılık geliştirmiş olmayacak mıyız? Empati yapmalarını, onları anlamalarını sağlamış olmayacak mıyız?

Yazdığımız kitapların kahramanları, yalnızca kitap okuyan, kitaplara ulaşabilen çocuklar mı olacak? Farklı çocukların dünyalarını anlatmazsak, toplumsal barışa ne katkımız olacak? Çocuklar, birbirini nasıl tanıyıp anlayacak?

Eğer amacımız, tüm çocuklarımızı kucaklamak, sanata duyarlılığı geliştirmek, toplumsal barışa katkı sağlamak, okumayı sevdirmekse; zaman şu andır, şimdidir.

Benim kalemim hazır. Sizin de hazır mı? Haydi öyleyse; öyküler, şiirler, ya da hangi türde yazıyorsanız, yazmaya…

Var mısınız?

Hiç yorum yok: