23 Ağustos 2008 Cumartesi

İzlenimler

AYŞE ÇEKİÇ YAMAÇ

İSTANBUL’DAN GAZİANTEP’E, ADANA’DAN ESKİŞEHİR’E İZLENİMLER

Özel Vehbi Koç Lisesi’nin özel arabasıyla Bostancı’dan alındığımızda, yolculuğumuzun ne kadar süreceğini pek kestiremiyordum doğrusu. Anadolu yakasında şehrin epey dışında olan okula ulaştığımızda, iki saatten fazla yolculuk yapmıştık. Yorulmuştuk. İstanbul trafiği, beni her zaman serseme çevirir zaten.

Okul kapısından girdiğimiz anda, gülümseyen yüzüyle bizi karşılayan öğretmenlerin yanında, okul duvar gazetesinde çalışan bir grup öğrencinin gelen konuklarla ilgilenmek üzere danışmada beklediğini görmek, tüm yorgunluğumuzu unutturdu. Bizim için özel olarak hazırlanmış yaka kartlarımızı alıp gelen konuk velilerle ve yarışmacı öğrencilerle tanıştık. Kısa bir kahve molasının ardından, bizim için hazırlanmış salonda yerimizi aldık.

Sevgili Mehmet Güler, bizden önce gelmişti. Koltuklarımıza oturup programı izlemeye koyulduk. Okulun genel müdürü, yöneticileri ve tüm öğretmenleri bizimle birlikteydi. Öğrencilerin sunumuyla başlayan programın ilk konuşmacısı ilköğretim okulu müdürü Mesrure Tekay’dı. Onun “hoşgeldiniz” anlamındaki kısa konuşmasının ardından, Şebnem Sema Tuncel kürsüye çıktı.

Şebnem hem konuşması, hem de slayt gösterisiyle yarışmanın ve derneğin amacını anlattı. Yoksul çocuklara yardım amacıyla yapılan çalışmalar, görüntülerle desteklendi. İnanıyorum ki o görüntüler, benim gibi pek çoğunun yüreğini sızlattı. En azından, Vehbi Koç Lisesi gibi bir okulda okuyan varsıl çocuklar, kendilerinin dışında bir yaşam olduğunu; bu yaşamın olanaksızlıklar üzerine kurulduğunu, Özgür Pencere gibi bir derneğin de hiçbir karşılık gözetmeksizin onlara el uzattığını anlamış oldu.

Ödülleri, Mehmet Güler, ben, Şebnem Sema Tuncel ve Feyzan Altındere sırayla verdik. Okul yöneticileri de bize eşlik etti.

Ödül töreninin ardından, öğrencilerin sunumlarını izledik. Neler yoktu ki? Keman ve piyano konserinden baleye, şiir dinletisinden tangoya, sanatın tüm dallarındaki becerilerini sergilediler. Tüm sunumlar, Türkçe ve İngilizce olarak yapılıyordu.

Sunumların ardından, ödül alan öğrencilerle söyleşimiz başladı. Onların başarıları, sıkıntıları, düşünceleri ve iç dünyalarının yansımalarını gördüğümüz öyküler üzerinde uzun uzun konuştuk.

Ödül kazanan öğrencilerin kendilerini çok yetkin cümlelerle tanıtmaları karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. “Acaba, bu öyküyü kendisi mi yazdı?” türünden kuşkularımız, onları tanıyınca darmadağın oldu. Edebiyatımız ve geleceğimiz açısından umutla dolduk.

Programı noktaladığımızda, okul yöneticileri bizi yeniden davet etmek istediklerini belirttiler. Yazın konusunda öğrencileriyle paylaşımlarda bulunmamızı istediler. Ocak ayı gibi olabileceğini söyleyerek oradan ayrıldık. Yorgun, ama doygun ve mutluyduk.

Mehmet Bey, bizi evine davet etti; ama zaman yoktu. Bir başka sefere, deyip kendisine teşekkür ettik.

Şimdi sıra, Şebnem, ben ve Feyzan’ın özel paylaşımlarına gelmişti. Gecenin on birine dek bir balıkçı lokantasında süren söyleşimiz, çok keyifliydi. Onu da kendimize saklayalım; olur mu?

Daha sonraki günlerde, Özgür Pencere üyelerinden Necmi(Kamo) ve İlke (kava) ile buluşmamız, bu buluşmaya sevgili Ahmet Rodopman’ın da katılması bizi çok mutlu etti. Ertesi gün, Şebnem( Özgür Pencere Sanat ve Edebiyat Derneğinin Başkanı) ve Feyzan’ı (Özgür Pencere üyesi)Adana’ya uğurladık.

Şimdi sıra, Çam’ın( Çocuk ve İlkgençlik Edebiyatı Araştırma Merkezi) açılışındaydı. Onu da bir başka yazıya bıraktım.

Sevgiler.

05.06.2007

Eskişehir

ÇAM’IN AÇILIŞI( Çocuk ve İlkgençlik Edebiyatçıları Derneği Araştırma Merkezi)

26 Mayıs sabahı, erkenden yollardaydım. Oğlum, işe gitmeden önce, beni Kadıköy’e bıraktığında, saat sabahın on biriydi. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı binasına ulaşıp Gençlik Merkezi’nden içeriye girip de asma katın merdivenlerini tırmandığımda, Sevgili Necdet Neydim’i tek başına koştururken, son hazırlıkları gözden geçirirken buldum.

Necdet Bey çok heyecanlıydı. Çocuk ve Gençlik yazınına bir bellek merkezi hazırlamanın öyküsünü, çalışmalarını, amaçlarını bana anlatırken, çocuklar gibi neşeliydi. Onun neşesi ve heyecanı, kısa zamanda bana da geçmişti. Raflardaki az sayıda kitapları incelerken, çok yakında bu merkezin kitaplarla dolacağını, tüm araştırmacı, yazar ve akademisyenlere bir çalışma alanı olacağını düşünüyordum. Yanımda götürdüğüm kitaplarımı, aynı heyecanla raflara yerleştirdim.

Çok geçmeden, Sevgili Nuran Turan, elinde pasta paketleriyle merkeze geldi. Onun da heyecanı, Necdet Bey’den aşağı değildi. Çünkü bu merkezin açılışında, onun da büyük emeği vardı.

Saat on dörde yaklaştığında, salon neredeyse dolmuştu. Sevgili Nur İçözü, Handan Derya, Seza Kutlar Aksoy, Gülsüm Cengiz, Sevim Ak, Simla Sunay, Aydın Ilgaz, Kadir İncesu, Selahattin Dilidüzgün ve adını anımsayamadığım için beni bağışlayacaklarını umduğum sevgili yazar dostlarım, salondaki yerlerini aldılar. En son, Cumhuriyetimizin aydınlık yüzü İsmet Kür de geldiğinde, açılış başladı.

Necdet Bey’in açılış konuşmasından sonra, Sevgili İsmet Kür de bir konuşma yaptı. Onun genç beyni, aydınlık düşünceleri ve çabaları karşısında, bir kez daha saygıyla eğildim. İsmet Hanım’ı daha önceden tanıma şansına erişen kişilerden biriydim. Yayınevinin son Tüyap yemeğinde de bizimle birlikteydi ve Cumhuriyet Resepsiyonu izlenimlerini bizimle paylaşmıştı. O zaman da kendisine hayran olmuştum.

Kokteylde dostlarla söyleşmenin tadına doyum olmuyordu. Saat 15.30 gibi merkezden ayrıldığımda, içimden çocuklar gibi sekmek geliyordu.”Ülkemde güzel şeyler de oluyor.Güzel insanlar olduğu sürece, güzel şeyler de olacak,” diye düşünüyordum. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle, vapur iskelesine yürüdüm.

05.06.2007, ESKİŞEHİR

YAYINEVİMDE

Çam’ın açılışının ertesi günü, yayınevine uğradım. Gelmişken, oradaki dostlarla da söyleşip özlem gidermek istedim. Girişteki duvara asılan yazı, dikkatimi çekti. Son kitabım Düşlerin Ötesi ile ilgili Radikal Kitap da çıkan bir yazıydı bu.

Bir hafta öncesinde, Radikal Kitap da Düşlerin Ötesi, adlı gençlik romanım tanıtılmıştı. Hemen bir hafta sonra, uzun bir yazıyla yeniden tanıtılmasını beklemiyordum doğrusu. Gezilerim nedeniyle de gazetelerden epeyce uzak kalmıştım.Çok sevindim; ama bir o kadar da şaşırdım. Kitap çıkalı, daha bir ay bile olmamıştı. Üstelik bu kitap, on beşinci kitabımdı. Birdenbire keşfedilmiş miydim yoksa? Kendimi, inşaaatlarda çalışırken keşfedilen bir şarkıcı gibi hissediyordum. Bunu Ferda Bey’e de söyledim( yayınevi sahibi), birlikte güldük. Ferda Bey’in, kitaba toplu olarak istekler olduğunu, dağıtım bile yapılmadan kitabın yarısının satıldığını söylemesi, şaşkınlığımı ve sevincimi doruğa çıkardı.

Yayınevinden, dostlarla buluşmak üzere ayrıldığımda, bulutların üzerindeydim. Şimdi sıra, Kapalıçarşı, Sultanahmet, Beyazıt; ardından Beşiktaş, Taksim ve Ortaköy’e uzanan gezideydi. Gecenin birinde bu geziyi noktalayıp oğlumun arabasına oturduğumda, bacaklarım beni taşımıyordu artık; ama yüreğim kocaman ve sıcacıktı.

Üç gün sonra, Gaziantep gezisi başlayacaktı. Bu geziden önce de çizer dostlarla bir buluşmam vardı. Çok hızlı yaşıyordum, çoook! Bir çocuk kadar hareketli ve neşeliydim.

Bu arada beni üzen tek şey, Mardin ezisiyle Gaziantep gazisinin çakışmasıydı. Bir seçim yapmam gerekiyordu; Gaziantep'i seçtim; çünkü oraya, çok önceden verilmiş bir sözüm vardı.

Keşke, iki ayrı yerde bulunma olanağım olsaydı!

GAZİANTEP İZLENİMLERİ

30 Mayıs sabahı saat 07.45’te Gaziantep havaalanına indiğimde, beni kimin karşılayacağını, dahası nasıl tanıyacağını merak ediyordum. Çıkış kapısında, elinde Özel Sanko Okulları, panosunu taşıyan görevliyi görünce, tüm tedirginliğimden sıyrıldım. Arabaya oturup fıstık ağaçlarını izleyerek okula ulaştığımda, tüm okul personelinin heyecanla bizi beklediklerini gördüm. Çay, kahve söyleşisi ve Özgür Pencere derneği başkanı Şebnem Sema Tuncel ve iki dernek üyesinin bize katılımıyla program başladı.

Yurdun değişik bölgelerinden yarışmacılar, aileleriyle birlikte gelmişlerdi. Burada da Vehbi Koç Lisesi’nde yaptığımız Özgür Pencere Çocuk ve Genç Kalem Öykü yarışmasının ödül töreninin ikinci bölümünü yapacaktık. Ayrıca, söyleşi ve imza etkinliğim de vardı. Kitaplarım önceden alınmış, okunmuştu.

Programın ilk bölümünde, okul yöneticileri, yarışmacılar ve aileleriyle bir toplantı yaptık. Bize okulu, yaptıkları çalışmaları ve bu yarışmada ödül kazanan öğrencileri tanıttılar. Sosyal alanda da eğitimde olduğu gibi, iddialıydılar. Pek çok ödülleri vardı.

Ödül töreni programını, Türkçe Bölümü öğretmenleri hazırlamıştı. Onların sunumundan sonra, ilk konuşmayı dernek başkanı Şebnem Sema Tuncel yaptı. Slayt gösterileriyle desteklediği konuşması, burada da öğrenciler ve izleyiciler üzerinde derin izler bıraktı. Anadolu’nun yoksul köylerindeki okullardan kalem, defter ve silgiye bile muhtaç öğrencilerin görüntüleri, ayağındaki terliği oğluna verip yalınayak eve dönen annenin görüntüsü, izleyenleri çok etkiledi. Kendi yazdıkları öykülerden oluşan kitapların gelirlerinin nerelere harcandığını görmeleri, sanırım içlerini rahatlattı.

Ödülleri verdikten sonra, konuşmalara sıra geldi. Şebnem, öyküler hakkında konuştu. Ben de gençlerin ergenlik sorunlarından, bu sorunları aşmada edebiyatın öneminden biraz söz ettim. Sonra da imza etkinliğine geçildi.

Okulun bizim için hazırladığı programda, kent turu da vardı. Bakıcılar Çarşısı’ndan Kale’ye, baharatçılardan yemeni ustalarının çalışmalarının yer aldığı bölümlere dek, pek çok alanı gezdik. Müzedeki Zeugma kalıntıları, başlı başına bir yazı konusu. Öyle etkilenmiştim ki, neredeyse beni aramaya çıkacaklardı.

Yorulup Adana’ya dönmek üzere yola çıktığımızda içimiz rahattı. Geleceğin yazın ustaları, belki de bu kalemlerin arasından çıkacaktı.

05.06.2007

ADANA’DAN ESKİŞEHİR ÖYKÜ GÜNLERİNE

Adana’da bir gece kalıp yaptığımız çalışmaların değerlendirmesini yaptıktan ve gelecekteki çalışmalarımızı planladıktan sonra, yataklı trenle Eskişehir’e doğru yola çıktık. Yol uzundu. Saat 14.30’da yola çıkmıştık, ertesi sabah 5.30’da Eskişehir’de olacaktık. Eskişehir Öykü Günlerine, ucu ucuna yetişecektik. İkimiz de seçici kurul üyesiydik ve orada olmamız gerekiyordu. Yine, soluk soluk geçecek iki gün bizi bekliyordu.

Trene biner binmez, lokanta bölümüne geçip bir masaya oturduk. En iyi dinlenebileceğimiz yer trendi. Yemek, çay, kahve derken, birkaç saat geçmişti. Bu arada, Şebnem Sema Tuncel’le öykü üzerinde konuşuyor, yeni öykülerin temellerini atıyor; bir yandan da trenden izlediğimiz görüntüleri betimliyorduk. Betimlenmeyecek gibi değildi çünkü. Anadolum, usta bir ressamın elinden çıkmışçasına, bütün güzelliklerini seriyordu gözlerimize.

Akşam olmuş, lokantada başladığımız söyleşi kompartımana taşınmıştı.Sevgili Zeynep Aliye de Kuşadası’ndan yola çıkmıştı. Bizim Eskişehir’e ulaşmamızdan bir saat kadar sonra, Zeynep Aliye de otogarda olacaktı ve onu karşılayacaktım. Tek sıkıntımız, “Ya tren rötar yaparsa?” düşüncesiydi.

Gece boyunca uyuyup uyanarak, yan yana olan kompartımanlarımızda komşuculuk oynayarak, zamanında Eskişehir’e ulaştık. Eşim, istasyonda bizi bekliyordu. Eve gelip bir bardak çay içtikten sonra, Şebnem’i evde bırakıp otogara koştum. Zeynep Aliye’yi de alıp eve döndüğümde, telefon trafiği de hızlanmıştı. Gelecek olan, yolda olan, gelen yarışmacılar ve öykücü dostlarıma nereye ve nasıl gideceklerini anlattıktan sonradır ki, keyifli bir kahvaltıya oturabildik. Üç kadın edebiyatçı yanyana gelir de ne konuşur? Kuşkusuz edebiyat. Öyküden girip çocuk yazınından ve özellikle de HHSO’dan çıktığımız söyleşiler sonunda, güzel bağlantıların temelini de atmış olduk.

Eskişehir Sanat Derneği’nin konukları, kent turuna başlamışlardı. Biz öylesine yorgunduk ki, ancak saat 17.00 gibi öykü etkinliğine katılabildik. Etkinlik, yeni restore edilen Atlıhan’da yapılıyordu. Bu tarihi dokuya yakışan da ancak bir edebiyat etkinliği olabilirdi. Burada, Eskişehirli öykücülerin öykülerini dinledik. Gelen konuklarla kucaklaştık.

İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den…gelen öykücü dostlarımız, Eskişehir’i çok sevmişlerdi. Yeni dostluklar kuruldu; var olanlar pekiştirildi. Buket Akkaya, Filiz Bilgin, Kezban Şahin Taysun, Hande Baba…yarışmada ödül alan yeni dostlarımızdı.

Ertesi gün konuklar ve Sanat Derneği üyeleri, Yazılıkaya gezisine çıktılar. Oradan da Doğançayır beldesindeki Nazım Hikmet’i anma etkinliklerine katıldılar. Akşam, yine öykü etkinliği vardı.

Akşamki etkinliğin konukları, yarışmacıların yanısıra Sibel K.Türker(2006 Yunus Nadi Öykü Ödülü), Kevser Ruhi, Müyesser Güner, Zeynep Aliye, Mehmet Güler, Şebnem Sema Tuncel ve ev sahibi olarak bendim. Ben kısa bir konuşma yaptım. Ödülleri verdik. Sonra da konuklarımız ve yarışmacılarımız öykülerini okudular.

Öykülerin dünyasına dalıp gitmiştim. Ancak etkinliğin sonunda kendime gelebildim. Birbirinden güzel öyküler arasında gidip geliyordum. Bir düşte gibiydim.

Sanat Derneği Başkanı Şehabettin Tosuner’in kapanış konuşmasından sonra, etkinliği tamamladık. Konuklarla vedalaştık. Söğütönü’nün yolunu tuttuk. Kimler mi? Zeynep Aliye, Şebnem Sema Tuncel, ben ve eşim.

Zeynep’i o gece yarısı uğurladık. Şebnem ve ben, iki gün daha birlikte olmanın tadını çıkarttık.

Öykü günlerinin olumsuzlukları, eksikleri olmadı mı, kuşkusuz oldu. Ama olumlu yönler öne çıkınca, sanırım ufak tefek aksaklıklar da görmezden gelinebiliyor.

Her zaman güzelliklerde buluşmak dileğiyle.

Sevgiler.

07.06.2007

Eskişehir

Hiç yorum yok: