AYŞE Ç. YAMAÇ
ZAMAN SARKACI
Bir sarkaçta salınıp durmaktasın. Geçmişin hortlakları- kara Fatmalar- dört yanında. Umuda dair ne varsa yüreğinde kırıp dağıtmışlar.
Şarkılar kırık dökük… Denizler dalgalarda yitmiş. Karanlık koyulaştıkça ten ürpermekte; üşümektesin.
Sarkacın ucu oyar yüreğini. Gözlerindeki tuzda kavrulmaktasın. Tozunu alsan da yeşermez dostlukların.
Gün yitirmiş sıcaklığını, her mevsim kışı yaşamaktasın.
Attila İlhan söze durur:
“O sözler ki bir ömür boyu
Dolu bir tabanca gibi yüreğimizde taşırız,
Sözler ki bir kez ağzımızdan çıkmıştır,
Uğruna asılırız…”
Söz sağanaklarında savrulma, dizelerde yitmektesin. Onca kayıp canı sorgular durur yüreğin. “Neden?” demektesin.
“Onca aydın, onca aydınlık yürek nereye gitti? Karanlığa dönüş için miydi her şey?
Kılı kutsamak, kara çarşaflara dolanmak, üniversiteleri medreselere dönüştürmek; kendine özgü anayasa ısmarlamak için miydi? ”
Bir çıkış yoludur aradığın; arayıp da bir türlü bulamadığın. Ozanlar ozanı gelir usuna, Nazım gelir:
“…..
Yılların arkasında yuvarlanıyor başım
başım yuvarlanıyor
Uzun saçlarından tutuştu yıllar
yıllar yanıyor
yanıyor da yanıyor...”(19 Yaşım, adlı şiirden)
Sen de tutuşursun saçlarından. Yıllarla sürüklenirsin. Külün külüne karışır; ama bilirsin ki yaşam sürdükçe umut sürecektir.
Savurursun külleri. Eşelersin tırnaklarınla. Bir umut filizidir aradığın. Bulamadıkça öfkelenirsin. Yüreğin bozuk bir saat gibidir.
Ritim tutmaz bir türlü. Nazım yetişir yine, dizeleriyle:
“
BEN VEKARLI , SAKİN , VURDUMDUYMAZ BİR KAYA GİBİ
DENİZ KIYISINDA YAŞAMAYA SÖZ VEREMEYECEĞİM . .
BIRAKIN DOKTOR ,
YÜREK BU , BAKIN NASIL ÇARPIYOR
ÇATLAYACAKSA
ÖFKEDEN , KEDERDEN , SEVİNÇTEN
VARSIN ÇATLASIN “(Bırak Doktor, Varsın Çatlasın Bu Yürek, adlı şiirden)
Canlanırsın biraz. Yüreğine yeniden umut ekersin dizelerle:
“Yaşamaya Dair
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
1947 N.Hikmet”
“İşte yazın’ın gücü bu!” diye söylenmektesin. Karanlığa karşın yüzünde gülümsemeler yeşermeye başlıyor.
Yaşadığın sürece karanlığa karşı kavganı sürdürmeye söz veriyorsun.
Biniyorsun yazın’ın kanatlarına, umuda yelken açıyorsun; gökyüzünü yeniden maviye boyamak için…
19.09.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder