23 Ağustos 2008 Cumartesi

kahve kokusu


KAHVE KOKUSU

Şıngır mıngır dönüyor kahve değirmenleri. Cadde boyunca kahve kokusu...

-Şu kahveyi yapsana artık Eliiif!

Hayır, kahve yapmak istemiyorum. Kahve pişerken içime yayılan o koku, neden kahve içemediğimi anımsatıyor bana. Yapmayacağım. Çantamı kaptığım gibi, kendimi sokaklara vuruyorum.

Cadde boyunca, istemesem de kokluyorum. Bu koku, burun deliklerimden geçip tüm bedenimi ele geçiriyor. Bölük pörçük sahneler yağıyor belleğime:

-Kız kısmı kahve içmez, kararır! Kahve senin neyine!

Anneme göstermeden, boşalan fincanların telvesini yalıyorum. Yüzümde patlayan bir tokat...

-Kızlar kahve içmez, demedim mi? Bir de telveyi yalıyorsun. Sonra kararıp kalacaksın da hasıra sarıp geri yollayacaklar seni.

Ağzımın kenarındaki suçlu kahve bulaşığını, gözlerimden sızan damlalarla siliyorum.

Düşlerim karabasan... Kahveye bulanmış küreğimsi eller sıkıyor boğazımı. Tüm bedenimi kahveyle karartıyor. Çığlık çığlığa uyanıyorum.

-Ne oldu bu çocuğa? Hocaya götürüp bir okutsak mı?

İki örgülü saçlarımda uzun bir örtü... Uzun beyaz sakallarını sıvazlayan bir hocanın önünde diz çökmüşüm. Annemle babam ellerini önlerinde kavuşturmuş, ayakta bekliyorlar.

-Cinler uğramış bu sabinin bedenine... Okuyup cinleri savuşturmam gerek. Siz çıkın.

Kocaman bir odada, hocanın önünde yaprak gibi titriyorum. Onun gözlerine bakamıyorum. Gözlerinde korkutan pırıltılar... Odayı tarıyorum.

Hocanın oturduğu tahta divanın renkli örtüsünden bakışlarımı uzaklaştırıyorum. Yerde annemin nakışlı kilimlerine benzer bir kilim. Kilimin üstüne duvar boyunca dizilmiş minderler... Küçük pencerede basma bir perde... Ninemin giysisine benziyor.

-Soyun kızım.

Hocanın yüzüne şaşkınlıkla bakıyorum. Kımıldamadığımı görünce, yanıma yaklaşıyor. Önce başımdaki örtüyü çıkarıyor, sonra da pencerenin perdesini örtüyor. Köşe minderinin üstünde... Beni de yanına sürüklüyor. Eli giysilerimde... Eli, her yerimde...

-Korkma! Cinleri çıkaracağım.

Korkuyorum. Korkunun ötesinde midem bulanıyor. Adam, annemin bulaşık suyu gibi kokuyor.

Çırılçıplağım.

-Önüme uzan, gözlerini yum.

Gözlerim zaten kapalı. Utanıyorum. O, fısır fısır bir şeyler söylüyor. Anlamıyorum. Sonra beni kucaklıyor.

-Sakın, gözlerini açma. Büyü bozulmasın.

Açamıyorum zaten.

-Biraz canın yanacak, ama cinlerden kurtulacaksın.

Önce, kalemle çiziyor tüm bedenimi. Henüz yeni çıkmaya başlayan göğüslerimde ağzı.... Şimdi tüm bedenimde... Beni kucağına oturtuyor. Gözlerimden yalımlar fışkırıyor. Çığlığımı ağzıyla kapatıyor. Boğuluyorum. İçimi bıçaklar oyuyor. Sonra, bıçakların oyduğu, canımın en çok yandığı yere ağzını dayıyor. Acımı katmerleştiren bir sürüngen dolaşıyor cinlerin yuvasında... Gözlerimdeki yaşlar tükeninceye dek...

-Şimdi giyin. Cinlerin bir kısmı çıktı, ama hepsi değil. Şu divanın üzerine uzan.

Başımı okşuyor. Yüzümü ıslak mendille siliyor. Elime bir şeker tutuşturuyor.

Şeker yemek istemiyorum. İtiyorum titreyen ellerimle.

-Ye, bu şeker okunmuştur.

Şeker, midemin bulantısını biraz bastırıyor. Uzandığım yerde gözkapaklarım ağırlaşıyor.

-Nasıl hoca efendi?

-İyi, ama cinler bu kıza musallat olmuşlar. Bir hafta boyunca okunması gerek.

Düşlerim daha da korkunçlaşıyor... Kahve kokusuna karışan sakallı bir yüz... Bedenimin her noktasında kahve karasına bulaşmış eller... Islak sürüngenler... Yıllar yılı... Çocukluktan çıkıncaya dek.

Komşular gelmiş. Kahve kokusuna karışan sözler kulaklarımda çınlıyor:

-Hoca efendi ölmüş, duydunuz mu?

-Evet, mübarek adamdı. Nur içinde yatsın!

-İyice yaşlanmıştı. Hepimizin gideceği yer orası.

Yine midem bulanıyor. Öğürüyorum. Annem kızıyor:

-Ne oluyor bu kıza, anlamıyorum ki! İkide bir öğürüyor.

İçimden sürüngenlerin ıslıkları yükseliyor. Toprağın altından bulaşık suyu kokusu sızıyor; kahve kokusuna karışıp odaya doluyor.

-Kahve kokusunu sevmiyorum anne.

**************

-Dünürcüler geldi kızım. Kahve yap.

Ellerim titriyor. Kahveyi taşırıyorum. Annem, kaba etimi buruyor. Alıyor cezveyi,

kendisi yapıyor yeniden. Tepsi elimde, on çift göz üzerimde... Fincanların içinde cinler oynaşıyor.

Şimdi üstümde, cin çıkarmaya çalışan başka bir adam. Önce sevecenlikle okşayan elleri gittikçe hoyratlaşıyor. Yüzümde şaklayan tokatlar:

-Kim yaptı söyle! Başkalarıyla oynaşıp bana yamanmaya mı geldin?

Hasıra sarılmış bedenim. Hasırın içinde nefes alamıyorum. Yere yuvarlandığımı duyumsuyorum. Hasır açılıyor. Bütün köy halkı başımda... Annemin gözleri yaşlı. Babamın tekmeleri her yerimde... Tüm aile eve kapanıyoruz, aylarca... Anlatamıyor; anlatsam da inandıramıyorum.

Üstümde başka bir adam. Benden yirmi yaş büyük. Ölmüş karısının yerine aldı beni. Köyden büyük şehre gelin geldim artık. Adam sevecen, saygılı. Bundan güç alıp ona anlatmaya çalışıyorum yaşadıklarımı.

Gülüyor, hem de kahkahalarla... Bedenimdeki eli hoyratlaşıyor.

-Nasıl cin çıkarmış; böyle mi, yoksa şöyle mi?

-Hadi bir kahve yap bana! Korkma, cinlerini ben çıkarırırım!

Kusuyorum... Cadde boyunca, her yere... Yüzümdeki gözler kahve kokuyor... Her yere kahve kokusu kusan değirmenlerin sesi çıldırtıcı:

Şıngır mıngır... Şıngır mıngır...

(Yaşamı Kırk Beş Geçe)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

benb bursadan selver keskin kahve kokusu ve damlalar hikayeleleri çok güzel ayşe yamaç seni çokk seviyorum..